"Bir anlamı yok," dedi babam sakin sakin, "ben sadece sessiz sedasız, kendi kararlarımı kendim verebileceğim bir şekilde yaşamak istiyorum, bir başkası karışmasın hayatıma!"
Dünya üzerinde ölmesi gereken o kadar insan var ama nedense bir türlü ölmüyorlar; ölmemesi gereken bir sürü insansa birbiri ardına ölüyor. Bu taht, bu gerçeği değiştirmek için hiçbir şey yapamaz.
Bir şeylere yetişememekten korkuyorum ben sadece. Görmüyor musun? Hiçbir kitabı huzur içinde okuyamaz oldum neredeyse. Hayatı hiç bitmeyecekmiş gibi yaşayamaz oldum, bir gün her şey biter de o üniversite giriş sınavının akşamında duyulan o boşluk hissine kapılırım diye korkuyorum.
Şark'ta olduğu gibi İspanya'da da insan şu mucizenin zevkine varıyor: Tam boğulur gibi hissederken aniden bir renk, bir yasemin kokusu, bir şarkı - yüreğin hoplar, her şey unutulur.
Kadın marjinalliği "hâkimiyet ile diyaloğa girdiğinde" hayvanların konumunu çağrıştırır. Ne de olsa hayvanlar da sınırda, hayvanlar da kayıp göndergedir.
Suçları önlemek istiyor musunuz? Bırakın bilimin ışıkları özgürlükle birlikte olsun.
Bilgilerden doğan kötülükler, onların yaygın olmamaları, iyiliklerse yaygın olmaları yüzündendir.
Oysa, bir ulusu aydınlatan ışıklar çoğaldıkça, iyi niyetli ve karşılıklı güven zorunlu olur ve bunlar her zamandan daha çok doğru politika ve yönetimle birleşmeye yönelirler.
Topluma doğrudan zarar veren bir suçun cezasız kalmasının, gerçekleşmesi olanaksız bulunan bir suçun ise cezalandırılmasının siyasal sakıncaları çok önemli ve büyüktür.
[...] kimileri de, sözgelimi, İstanbul'da işlenmiş canavarca bir eylemin Paris'te cezalandırılabileceğine inanmaktadırlar. Çünkü, soyut bir gerekçeyle, insanlığa saldıran bir kimse, bütün insanlığın düşmanlığını ve küresel laneti hak etmiş biridir. Oysa yargıçlar, insanların bu duyarlılıklarının öçlerini almaya kalkışmazlar. Yargıçlar, daha çok, insanları kendi aralarında birbirine bağlayan toplumsal sözleşmenin/yasaların koruyucusudurlar.