Bütün bir divan edebiyatının söz oyunlarından ibaret sanmak, insani ilişkilerden yoksun gibi görmek, onda, faydalanabileceğimiz hiçbir şey yok demek, bizim neslin içine düştüğü en acıklı hallerden biridir belki.
Dışardan devasa büyük bu ev niçin böyle eçiş bücüş ve küçük. Üst katlar biraz daha genişmiş. Ama neye yarar. Yine de bir karı koca ve zavallı çocuklarından başka kim sığar bu eve. Büyüdü bu çocuklar ne olacak. Evin sığamazlar aynı eve. Çekip başlarını gidecekler. Artık hiçbir aile oğullarını evlendirince onlara aynı evde yatak açamayacak mı? Bu evleri kim yaptınyor bize. Aileyi kim parçalattırıyor bize.
Yine de biri çıksa, nasılsın dese alışkanlıkla iyiyim diyeceğim. Kederli olduğum söylenemez zaten. - Buna sebepte yok çünkü. Ne taze bir ölüye sahibim, ne felâket geçirenlerim var.
Şu anda ne var?
Burada niçin'im.
Sıkıntı kollarımı göğsümde kavuşturmuş. Soluk alırken, genişleyip daralan kaburgalarım, zamanın boşuna ve nedensiz geçtiğini biliyor.
Anlatılana değil anlatana bakıyoruz
Ankarayı tepip geçiyoruz
Diyorki bize
Oğullar her sabah insanlar için yetmiş çeşit nimet ve feyz iner gökten. Bunu şeriat üzre olanlar alır ve lakin şeriat üzere olmayanlar alamazlar ve şeriat üzre olanlar şeriat üzre olmayanlarınkini de alır
Allahın sevdiklerini seviyor ve sevmediklerini sevmiyorlar. Çocuklarına iyilik yapmalarını emrediyor kötü şeylerden men ediyorlar. Ve herkesi de menedebiliyorlardı oysa yollardaki kötülük seller gibi üzerimizden aşıyor iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak kalbimizde kaçak bir heyecan gibi kalmıştır ve korkum bu yüzden çok büyük.
ve birden dış hareket durur solumaz demirci körükleri dengelenmeyi unutur terazi kefeleri
Çocuklar duvara yapışır
zaman durur sarsılır ve seker
evlerden yüreklerden
sokaklardan bakışlardan
görünür görünmez bülbüllerden ezan geçer
Zira islâm inancında doğru ile yanlış kesin olarak ayrılmıştır. Açık bir alan kalmamak üzere belirlenmiştir. Mahrem aile hayatından ticarete devlet idaresinden konu komşu ilişkisine kadar. Yani kişi İslamiyetin işine geldiği kadarını yaşıyamaz
Aşk, bedenin, bizim için mutlu olan bir andan yararlanarak kendini yalnızlığa sunduğu zamanlarda ortaya çıkar. Balıkçının ağı sepet içinde taşıdığı değil, onu kendi başı üzerinde savurduğu zamanlarda..
Ve şehirde ağırıyla akan hayatın farkındayız. Kafileler halinde birbirinin ardına takılmış bu göçmenlerden öğrenilmesi mümkün bir hayat sırrının, apartman katlarına tıkılmış insanlardan çok, saf tabiatın canlı ve kıpırdıyan bir tarzı olan bizlere açılmak için geniş göğe siyah beyaz noktalar halinde sıralandıklarının farkındayız.