Kitabı okuduktan aylar sonra inceleme adına bir şeyler diyeceğim. Yani onca ay geçmesine rağmen hala benim için ne diyor bunu anlıyorum..
Bu eser adına bir şeyler denmeye nereden başlanır bilemiyorum. Nispeten bir günlük özelliği taşıyan bu kitap sanki yazarın kafasından geçen onlarca şeyin çok güzel bir biçimde yazıya aktarılmış hali gibi. Aşktan, sanattan, dinden, siyasetten, fikir adamlarından, aileden, babadan, evlattan.. Kısacası daha aklıma gelmeyen bir çok kavramdan, bambaşka kavramlardan aynı kitapta bahseden zarifoğlu nihayetinde bizler için bir başucu kitabı meydana getirmiştir. Gerek imla konusunda olsun gerekse içerik/konu bakımından olsun zaman zaman hatta genel itibariyle 'anlamamaya' yönelik bir kitap. Kendini anlaşılabilir kılmak zarifoğlu için olanaklı bir durum değil, çünkü zaten o buzdağının görünmeyen kısmına yazan, buzdağının şairi.. Öyle ki altını çizdiğim yerleri almak için tekrar karıştırdığımda tekrar tekrar okumam gerektiğini bana hissettiriyor. Her Müslüman genç kendinden bir şey/birçok şey bulmak için ve içindekilerinin kalpten yazıya dökülmüş halini görmek için bu mühim eseri okumalıdır.
Sezai Karakoçun şiirine duyulan hatrı sayılır ilginin nedeni, sistemli şekilde reddedilen, unutturulmaya çalışılan ecdat mirasına duyduğumuz özlemdir. Sanat değeri yanında içerik olarak onun şiirinde mahiyetini belki derinlemesine idrak etmediğimiz ama hüzünlü özlemiyle içten içe dalgalandığımız bu mirasın ipuçlarını açılımlarını buluyoruz. O miras ana gibidir, doğurur, besler, baba gibidir, dağ gibi arkalar. Ve nihayet yine Sezai Karakoçun şiiri ile, bu mirasın yüz küsür yıldır reddedilişinde uygulanan akıldışı metodların ve bunu büyük kütlenin pahasına gerçekleştirmek isteyen bir avuç insanın, nasıl insanlıktan çıkıp timsahlaştıklarını görüyoruz.
Onlar ki onlar
Tenlerine
Dünyayı tattırmadılar
Şimdi içtikleri
Bir hayranlık selidir
Per perişan
Dolaşırlar yeryüzünü
Onlar ki
Bir yenleri yok ki ucundan tutalım
Bir adları yok ki çağıralım
Gönülleri arı
İstek evinden dışarda
Ademlik sınavından azatlı bizim tuttuğumuzu tutmaz
Bizim eğleştiğimizle eğleşmezler
Bir yıldız gibi cezbe dünyasında akarlar
...
Onlar ki onlar
Gönülleri engin
Kızaran güllere
Serin pembe tenlere
Konar ballardan birine
Garip bir ah çeker de
Sen dur ben geleyim
Gelmek nice göreyim
Yere gönlüm sereyim
Kapında dileneyim
yeryüzü göz kapağını kaldırmış gibi dağla o koyu bulut arasında güneşi kocaman yuvarlak ve kırmızı gördüğüm vakit evrenin bakan gözü gibi düşünüyordum şekillerin ve renklerin ne kadar çok ve oyalayıcı olduğunu.
Nazi Almanyası diğer bütün ırklara soykırımı uyguladığı halde sadece ve ısrarla durmadan yılmadan "yahudi kırımı" diye sergiliyor ve "merhamet" duygularını, insanları yahudiye karşı birer merhamet budalası yapıncaya kadar istismar ediyorlar.
Vadideki sisin altında duran
Ağaçlar ne kadar düşünceli o gün
Tabiat yazısını sanki okumak bilmez bir köylü heceliyor
Kimbilir kimler değil şunlar işte
Vadideki sisin altında nabzı hızlananlar
Ve kuşlar ne kadar düşünceli o gün
Şimdi onlar rahatlarına sevinçli Değişen giysilere Değiştiren Harf'e
Şimdi onlar tuttukları kapılara sevinçli
Açılan kadına baktıkları ete
Ve gün
Dönmez sanırlar
Gün döner
Mağrurlar ağlar
Köleler mallar
Gamlar gussalar
Fikredelim ki İbrahim niçin sultanlığın bıraktı
Gönül sırrını buldu
Dervişliğe koyuldu
Ardından gitmedi ne ahın ne de vahın
Bil ki teslim oldu
Kurtuldu gussasından cihanın
İbrahim geçti
Bir sağ neferdi
Bir serses buseydi
Kayalara değdi yeşil ağaca sarı çöle değdi
Kartallar keskin hayretler içti
Bizimse
Hüznümüzün miktarı çok
Bilmezik
Doğduğumuz saat
Kabre dolduğumuz zamandır