Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Uygarlığa giden yol içeride düzen değişikliğini gerektirir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu yıllarda dünyada gerçek anlamda bir diktatörler çağı yaşanmaktadır. Dünya ve Avrupa eli kanlı diktatörlerin baskısından inim inim inlerken Türkiye halife/sultanların baskısından kurtarılmış, egemenlik ulusa verilmiştir. Türkiye'nin farkı hiç şüphesiz Atatürk'tür. Atatürk yaradılış olarak demokrattır. Çünkü araştıran, sorgulayan, eleştiren ve düşünceye düşünceyle karşılık vermek gerekir diyen özgür ve bağımsız bir kafa yapısına sahiptir. Akıl ve bilimi tek gerçek yol gösterici olarak kabul etmiş, hiçbir kalıplaşmış düşüncenin esiri olmamıştır. Yaptığı olağanüstü işlere rağmen hiçbir zaman her şeyi ben yaptım diye böbürlenmemiştir. Her zaman ulusunu yüceltmiş, bütün başarılarını halkıyla paylaşmıştır.
Reklam
Yurt gezilerinde masraflı törenlerden kaçınılmasını, kurban kesilmemesini istemiştir. Hiçbir zaman bir koruma ordusuyla gezmemiş, hep halkın içinde, halkla birlikte olmuştur. Kendisi de dahil hiçkimseye ayrıcalık tanınmasını istememiştir.
Atatürk ideal cumhuriyet köyü projesinin en dikkat çeken yönü projedeki hayvan mezarlığıdır. Bugünün çağdaş kentlerinin bile kaçında planlı hayvan mezarlığı vardır ki? İnsan hayatının hiçe sayıldığı bugünün acımasız dünyasında kim bir yerleşim planına hayvan mezarlığı koymayı düşünür ki? Kimde vardır bu büyük sevgi ? Bu büyük merhamet, bu büyük insanlık? Kimde vardır bu duyarlılık? Atatürk'ün ideal cumhuriyet köyü projesinde yer alan hayvan mezarlığı başlı başına bir hayvanseverlik örneğidir.
Köy Enstitülerinin eleştrilecek temel özelliklerinden biri Atatürk'ün Ön Türk merkezli Türk Tarih Tezi'nin yerine Yunan-Roma eksenli Greko-Latin Tezi'ni işlemesidir. Hasan Ali Yücel'in Antik Yunan ve Roma kaynaklarını çevirmesiyle başlayan "Greko-Latin" hayranlığı, Atatürk'ün "millet inşasında" çok önemli yer tutan ve bilimsel olarak da çok güçlü referanslara sahip olan Türk Tarih Tezi'nin unutulmasına yol açmıştır. Asırlardır ihmal edilmiş, kendi tarihinden habersiz Türk köylüsüne yapılacak en büyük iyiliklerden biri, ona Antik Yunan ve Roma tarihini değil, köklerinin bağlı olduğu eski Türk tarihini öğretmek olmalıydı. Atatürk'ün çok büyük önem verdiği Halkevleri ile daha sonraki dönemde açılan Köy Enstitüleri arasındaki en ciddi fark "tarih öğretimi" konusunda karşımıza çıkmaktadır. Halkevlerinde Türk Tarih Tezi öğretilirken Köy Enstitülerinde Greko-Latin Tezi öğretilmiştir.
Sayfa 108Kitabı okudu
Atatürk'ün kütüphanecisi Nuri Ulusu'ya kulak verelim: "Her İstanbul seyahatinde, hatta bazı diğer seyahatlere de giderken yanımıza mutlaka kitaplarını aldırırdı, ama İstanbul'a gidiş başkaydı. İstanbul'a her gidişte çok fazla kitap alırdık. Şimdi bu arada çok önemli bir özelliğini de anlatmak istiyorum: İlk İstanbul seyahatine giderken istediği kitaplar o kadar fazlaydı ki, karton kutular buldurup kütüphaneye getirtmiştim. Tam içine kitapları doldurtmak üzereyken Atatürk kütüphaneye geldi ve ne yaptığımı sordu. 'İstediğiniz kitapları karton kutulara aldırdım, onların içine koydurup özel trene naklettireceğim' deyince, 'Dur bekle biraz' dedi. Kitap adedine şöyle bir baktıktan sonra kütüphaneden çıktı, odasına gitti. Biraz sonra bir baktım iki tane cephane sandığını muhafız alayı erleri getirip kütüphaneye koyuverdiler ve gittiler. Ne olduğunu anlamadım, bakıp dururken Atatürk içeri geldi, benim şaşkın şaşkın baktığımı görünce, 'Ne o Nuri oğlum, şaşırdın değil mi? Şaşırma, şaşırma, SAVAŞTA BUNLARLA CEPHANE TAŞIDIK, SEN O ZAMANLAR ÇOCUKTUN, BİLEMEZSİN, BU SANDIKLAR BENİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİDİR. ŞİMDİ O SAVAŞ BİTTİ, YENİ BİR SAVAŞIMIZ BAŞLIYOR. O DA KÜLTÜR VE SANAT SAVAŞIMIZDIR VE OKUMAKLA, KİTAPLA OLUR; İŞTE ŞİMDİ CEPHANE TAŞIDIĞIMIZ O SANDIKLARA KİTAPLARIMI KOY, BU SANDIKLARLA TAŞINSIN, CEPHANENİN YERİNİ ARTIK KİTAPLAR ALSIN' dedi. Ne şaşırmıştım. Bu ne biçim bir kitap sevgisi, ne ulvi bir düşünceydi. O zaten hiçbirimizin, hiç kimsenin aklına, hayaline dahi gelemeyecek fikirleri üreten bir dahiydi.
Reklam
Atatürk 1930'larda, gelecekte insanoğlunun aya ayak basacağından emindir. O, bu çarpıcı öngörüsü doğrultusunda, "Kanatlı bir gençlik memleketin geleceği bakımından en büyük güvencedir. Bir gün Batılı ayaklar Ay'da ayaklarının izlerini bırakacaklarsa, bunların arasında bir de Türk'ün bulunması için şimdiden çalışmalara girişmek, aşamalar kaydetmek gerekir,"diyerek günümüzden 80 yıl önce gelecekte bir gün Batılıların Ay'a ayak basacaklarını öngörerek, Ay'a ayak basacak bu Batılı ayaklar arasında Türklerin de olmasını istemiş ve bunun için gereken çalışmaları başlatmıştır. Bu nedenle Atatürk'ün sadece bir "Uçak Sanayi Projesi" değil, bununla birlikte aslında bir de "Uzay Sanayi Projesi" vardır. Hiç dile getirilmemesine karşın Atatürk'ün Türk ulusuna hedef gosterdiği "muasır/çağdaş medeniyet" kavramı içinde "Türklerin aya ayak basması" bile vardır.
Çok okuyan Atatürk'ün cephede okuduğu kitaplar arasında aşk romanları da vardır. Örneğin Çanakkale'den bir arkadaşına yazdığı mektupta, cephede her gün kan ve ölüm görmekten "karakterinin sertleştiğini" belirtip arkadaşından "aşk romanları istemiştir. Yine Büyük Taaruzdan önce "Çalıkuşu" romanını okumuştur. 1916'da Doğu Cephesi'nde komutanken tuttuğu not defterine Tevfik Fikret'in "Rubab-ı Şikeste"sini ve Mehmet Emin'in "Türkçe Şiirlerini" okuyup karşılaştırdığını yazmıştır.
Sayfa 185
Batı merkezli tarih anlayışı, Batı'nın siyasal ve ekonomik amaçlarına ulaşmak için geliştirdiği "kurgusal tezlere" dayalıdır. Bu nedenle Batı merkezli tarih anlayışı ile "emperyalizm" arasında çok yakın bir ilişki vardır. Örneğin, Batı merkezli tarih anlayışının en belirgin özelliklerinden biri, insanlığa az ya da çok katkı sağlayan "tüm Antik uygarlıklara" sahip çıkmaktır. Şüphesiz ki bu sahiplenme, "bilimsel" olmaktan çok "siyasal" ve kurgusal"dır.
Sayfa 139Kitabı okudu
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.