Önce, devlet küçük olacak ki, halk rahatça toplanabilsin, her yurttaş öbür yurttaşların hepsini kolayca tanıyabilsin. Sonra, işlerin üst üste yığılıp çetin tartışmalara yol açmasını önleyecek kadar törelerde sadelik olacak. Ayrıca sınıflarda ve zenginliklerde çokça eşitlik olacak. Yoksa haklarda ve yetkilerde uzun zaman eşitlik sürdürülemez. Bir de lüks az olacak ya da hiç olmayacak. Çünkü lüks ya zenginlikten doğar, ya zenginliği zorunlu kılar; zenginin de ahlakını bozar, yoksulun da; birinciyi mal mülk, ikinciyi de açgözlülük yüzünden. Lüks yurdu gevşekliğe ve yokluğa sürükler; devletin elinden bütün yuttaşlarını alır; onları birbirine, hepsini de kamuoyuna köle eder.
“Ferman padişahınsa dağlar bizimdir.” Aslında bu bir isyan nidası gibi görünse de bir gerçekliğin ifadesidir. Devlet gücü tüm ülkeye tam kesintisiz ve adaletli bir şekilde sirayet edemez. Bu hiçbir zaman ve hiçbir coğrafyada mümkün değildir. J. J. Rousseau “Toplum Sözleşmesi” eserinde şöyle der: “Bu toplumlarda baş bir baba, halk da çocuklar
Devlet kendini birisine satmışsa, o kimsenin sırası gelince devleti satmaması ve güçlülerin kendisinden çektikleri paraları güçsüzlerden çıkarmaması pek olacak şey değildir. Böyle bir yönetimde her şey er geç parayla satılmaya başlar.