Evet, birçok şey gerçekten de otuz yaşında başlıyor, o yaşta her şeyin bitmiş olduğu da doğru değil. Ancak, yaşamın veremeyeceğini anladığı birtakım şeyleri beklememeyi öğrenmiş oluyor kişi; üstelik her geçen gün daha iyi kavrıyor ki yaşam yalnızca bir ekme dönemidir, hasat mevsimi yoktur burada.
Kumsal eskisinde yumuşak, kumralımsı bir hava olduğunu, ormandakinde ise daha kasvetli, ciddi bir ton bulunduğunu görüyorsun, değil mi?
Yaşamda her ikisinin de var olması ne güzel.
“O zamanlar hiçbir şeyi anlamıyordum. Onu söylediklerine göre değil, yaptıklarına göre değerlendirmeliydim. Etrafına güzel kokular yayıyor, ışık saçıyordu. Ondan asla kaçmamalıydım. Onun o küçük hesaplarının ardındaki gizli sevecenliğini anlamalıydım. Çiçekler öylesine çelişkilidir ki! Bense çiçeğimi sevmeyi bilemeyecek kadar küçüktüm o zamanlar."
“Bir gezegende yaşayan kırmızı suratlı bîr adam tanıyorum. Hayatı boyunca hiç çiçek koklamamış. Hiçbir yıldıza bakmamış. Kimseleri sevmemiş. Sayıları toplamaktan başka hiçbir iş yapmamış..
O da senin gibi bütün gün aynı şeyi tekrarlayıp duruyor:
‘Ben ciddi bir adamım!’ Bunları derken gururla göğsü kabarıyor. Ama o bir insan değil, bîr mantar!"
“Dikenler hiçbir işe yaramaz, onlar sadece çiçeklerdeki kötülüğün belirtisidir!”
“Ah!” Bir anlık sessizlikten sonra bir tür hınçla çıkıştı bana: “Sana inanmıyorum! Çiçekler güçsüzdürler. Masumdurlar. Ellerinden geldiğince kendilerine güvenmeye çalışırlar. Dikenleriyle korkunç göründüklerine inanırlar.”
Geleceğe güvenilemez. Gerçek ânı, şimdidir. Dahası, bu gerçeği yakalayan düzyazı değil, şiir olacaktır. Düzyazı, şiirden çok daha güvenilirdir:
𝐒̧𝐢𝐢𝐫 𝐢𝐬𝐞 𝐚𝐜̧ı𝐤 𝐲𝐚𝐫𝐚𝐲𝐚 𝐤𝐨𝐧𝐮𝐬̧𝐮𝐫.
Ve sadece bir anmış gibi geçen bir günün, böylesine kısa süren bir sevincin anılarımızda hep kalacağını, hiç bir zaman unutulmayacağını bilmek ne büyük mutluluk!
Gerçekten anlam taşıyan az söz söylemek, kuru gürültüden başka bir şey olmayan, kolay söylendiği kadar yararsız olan bir araba laf etmekten daha iyidir.