Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

rylan

rylan
@veritasyy
11 okur puanı
Haziran 2019 tarihinde katıldı
rylan

rylan

, bir kitap okudu
236 syf.
·
Puan vermedi
·
9 günde okudu
Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş
Ölüm Bir Varmış Bir YokmuşJosé Saramago
7.8/10 · 11,9bin okunma
Reklam
Yaralarımın sarılması canımı acıttı. O zamandan bu yana bütün olup bitenler canımı acıttı hep.
İşte bu noktada ansızın güçlü bir alev gibi bir sezgiyle yanıp tutuşmaya başladı içim: Herkesin yapabileceği bir “iş” vardı ama kendi seçebileceği, tanımlayabileceği ve gönlünce yönetebileceği bir iş kimseye verilmemişti. Yeni tanrılar istemek yanlıştı, dünyaya herhangi bir şey vermeye kalkmaksa tümüyle yanlıştı! Uyanık insanları bekleyen tek ama

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Kendi halinde insanlar bile yaşamlarında bir iki kez saygı ve minnet gibi o güzel erdemlerle çatışma durumuna girmekten yakalarını kurtaramaz. Herkes gün gelip kendisini babasından, öğretmenlerinden ayıracak adımı atmak, yalnızlığın tokadını bir bakıma yemek zorundadır.
kendi deneyimimden kaynaklanmayan, izleyecek gücü henüz kendimde görmediğim bir öğüdü bir başkasına veremezdim. Sustum, bana akıl danışan bir kimseye akıl veremediğim için küçülmüş hissettim kendimi.
Reklam
Sinclair; canınız birini öldürmeyi ya da eşi görülmedik derecede iğrenç bir işe kalkışmayı istedi; o zaman bir an durup böyle bir şeyi hayalinden geçirenin içinizdeki Abraxas olduğunu düşünün! Çünkü öldürmek istediğiniz falan ya da filan kişi değil, bir başkasının kılığına giren sizsiniz kuşkusuz. Biz bir insandan nefret ettiğimizde, kendi içimizde yuvalanıp bu insanın görüntüsüyle karşımıza çıkan birinden nefret ederiz. Bizim kendi içimizde olmayan şey, bizi kızdırmaz.
Onları doğru yola çekmeye mi çalışsaydım? Ama benim asla böyle bir niyetim yoktu. Böyle bir amaç gütmez rahip, yalnızca kendi gibi inananların, kendi gibi olanların arasında yaşamak, Tanrı’nın bizi yarattığı duygusunun bir taşıyıcısı ve habercisi olmak ister
“Sizin söylediğinize göre,” dedi bir defasında, “müziği ahlaksal nitelik taşımadığı için seviyorsunuz. Kabul. Ama kendinizin de ahlak savunucusu biri olmamanız gerekmiyor mu bu durumda! Kendinizi başkalarıyla kıyaslamanız doğru mu? Doğa sizi yarasa olarak yaratmışsa, kendinizi nasıl devekuşu yapabilirsiniz? Kendinize bazen acayip biri gözüyle bakıyor, çoğunluğun gittiği yolu izlemediğiniz için kahroluyorsunuz. Böyle davranmayı bırakın. Ateşe bakın, bulutları seyredin; içinizde kimi sezgiler uyanıp ruhunuzdan kimi sesler yükselmeye başladığında, kendinizi bırakın onlara; böyle bir şey acaba öğretmeninizin ya da beybabanızın ya da aziz bir tanrının işine gelir mi, gelmez mi; onlar bunu hoş karşılar mı, karşılamaz mı diye düşünmeyin hiç!
Yaşam amacıma götüren yolda şimdiye dek edindiğim birkaç deneyime bu yeni deneyim de eklenmişti: Böylesi şekilleri seyretmek; doğanın usdışı, karmaşık ve acayip şekillerinin üzerine teslimiyetle eğilmek, iç dünyamızla bu şekilleri yaratan doğa arasında bir uyumun var olduğu duygusunu uyandırır insanda. Çok geçmeden söz konusu şekillere, bizim kendi kaprislerimizin ürünü gözüyle bakmaya başlar, onları bizim yarattığımız nesneler saymak gibi bir ayartıya kapılırız. Bizimle doğa arasındaki sınırın boşlukta süzülmeye başladığını ve sonunda silinip gittiğini görerek öyle bir ruhla tanışırız ki, gözümüzün retina tabakasında oluşan imgelerin dış etkilerden mi, yoksa iç etkilerden mi kaynaklandığını bilemez duruma geliriz. Başka hiçbir alıştırmada rastlanmayacak kadar basit ve kolay yoldan, bizim ne ölçüde yaratıcı sayılacağımızı, dünyanın yaratılış sürecinde ruhumuzun nasıl durup dinlenmeden rol oynadığını görürüz. Daha doğrusu, gerek kendi içimizde gerek doğada aynı bölünmez Tanrısallık etkinliğini sürdürür. Dış dünya batıp gitse bile, bizlerden biri çıkıp onu yeniden kurabilir çünkü dağ ve ırmak, ağaç ve yaprak, kök ve çiçek, doğada şekillenmiş ne varsa hepsinin örnekleri bizim kendi içimizdedir, bizim ruhumuzdan kaynaklanmaktadır hepsi ve bu ruhun özü sonsuzluktur; biz tanımayız bu özü ama biz onu tanımasak da, söz konusu öz, sevgi gücü ve yaratıcı güç kimliğinde kendini açığa vurur.
“Kuş yumurtadan çıkmak için savaş veriyor. Yumurta dünyadır. Doğmak isteyen, bir dünyayı yok etmek zorandadır. Kuş Tanrı’ya doğru uçuyor, Tanrı’nın adı Abraxas’tır."
Reklam
Bilmiyorum hani, anne ve babaların elinden bu konuda pek fazla bir şey gelir mi? Dolayısıyla benimkilere de herhangi bir suçlama yöneltmiyorum. Kendimle başa çıkmak ve kendi yolumu bulmak bana kalmış bir işti ve o mazbut aile çocuklarının çoğu gibi ben de bu işin doğru dürüst üstesinden gelemiyordum.
Babamın kutsallığında ilk kez bu anda bir çatlak belirmiş, şimdiye kadar çocuk yaşamımı sırtında taşıyan ve kendi kendisi olabilmek için insanın yıkması gereken temel direklere ilk darbe bu anda inmişti. Herkesin gözünden kaçan böylesi yaşantılar, yazgımızın izleyeceği önemi küçümsenmeyecek asıl doğrultuyu oluşturur. Böylesi bir darbe atlatılır, çatlak görünürde kapanır zamanla, toparlar kendini ve unutulup gider, ama gerçekte hepsinden gizli saklı bir köşede sürdürür yaşamını, kanamaya devam eder.
...kancadan keskin uçlarıyla fena bir duyguydu bu: Babamdan üstün durumda görüyordum kendimi, babamın hiçbir şeyden haberi olmayışına belli bir küçümsemeyle bakıyor, potinlerimin ıslaklığından ötürü beni paylayıp terslemesini bir küçüklük sayıyordum. “Bir bilsen,” diye aklımdan geçiriyor, kendimi işlediği çeşitli cinayetler dururken çaldığı bir sandviçten dolayı sigaya çekilen biri gibi görüyordum. Çirkin ve iğrenç bir duyguydu, ama güçlü bir duyguydu ve insanı bayağı cezbediyordu, içimdeki sırra ve işlediğim suça hiçbir düşüncenin üstesinden gelemeyeceği gibi kıskıvrak bağlamıştı beni.
Diyelim, aramızda bir kavga çıktı, sonradan hep ben vicdan azabı çekiyor, hep ben kendime kötü kişi gözüyle bakıyor; kavgayı çıkaranın, af dilemesi gerekenin kendim olduğuma inanıyordum. Çünkü kız kardeşlerime kötü davranmakla anne ve babama kötü davranmış sayıyordum kendimi, iyi denen, otorite denen şeye sırt çevirmiş görüyordum. İçimde öyle gizler vardı ki, sokaktaki en sefil çocuklarla kız kardeşlerimden daha kolay paylaşabilirdim bunları.
Elbette benim yerim aydınlık ve kusursuz dünyadaydı, anne ve babamın çocuğuydum ben; gel gelelim gözümü nereye çevirsem, nereye kulak kabartsam öbür dünyayı algılıyordum, çoğu kez bana yabancı gelmesine, beni hep tedirgin etmesine, içimi korku ve vicdan azabıyla doldurmasına karşın, öbür dünyada da yaşıyordum. Hatta yasak dünyada yaşamaya can atıyordum bazen; çoğu kez bu dünyadan aydınlığa geri dönüş istediği kadar zorunlu ve iyi bir şey olsun, yine de bana daha az güzel, daha sıkıcı ve daha ıssız bir yere dönüş gibi geliyordu. Bazen biliyordum ki, yaşamdaki amacım annemle babama benzemek, onlar gibi aydınlık ve temiz, üstünlük duygusuyla donatılmış biri olmaktı. Ne var ki, o zamana değin uzun bir yol vardı geride bırakılacak, o zamana değin okullarda pineklemek, ders çalışmak, testlerden geçmek ve sınavları vermek gerekiyor; izlenecek yol da hep öbür karanlık dünyanın yanı başından, hatta hemen içinden geçiyordu; üstelik bu dünyaya dalıp dışarı çıkamamak, içinde gömülüp gitmek hiç de olmayacak şey değildi.
121 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.