"... Şehrin üstü inci beyazlığında bir dumana bürünmüş. Minareler, kuleler, uçlu, uçsuz bütün şekiller rüyada görülen şeyler gibi uzak, silik. Suların kurşunî yüzü uykuda. İstanbul, gümüş sisli bir sabah rüyası görüyor."
"Çiçek dansı," diye devam etti Erim. "Kadınlar İlk regl olduklarında kabile bu dansı düzenler, ilk reglin şifası ve büyük bir gücü olduğuna inanılır. İbadet ederler, gecenin sonunda hediyelerini regl olan kişiye verirler. Kadın için doğal yoldan yenilenmenin ve şifalanmanın başlangıcını kutsarlar."
"Bizim geldiğimiz yerde kadınlar regl olduklarını saklarlardı," diye iç geçirdi Sıla.
"Neden ki?" diye çok tuhaf bir şeymiş gibi sorguladı Şafak.
"Bunun ayıp ve utanç verici olduğunu düşünenler olurdu." Sıla başını iki yana salladı.
"İnsanlar çok tuhaf." Erim olabildiğince kibar olmaya çalışmıştı. "Ama bu kör bir cehalet. Doğal ve iyileştirici bir döngü neden utanç verici olsun?"
"Ok ve yay kullanan sizlersiniz ama asıl gelişmeyen bizleriz." Hâlâ dansı izlerken öylesine mırıldandım.
Bir bankın altına tıkılmış, ek yerlerinden kırmızı taç yaprakları gözüken küçük bir sepeti fark edince, "Onlar ne?" diye sordum.
"Çalı çırpı," dedi. "Eskiden her yerde bulunurlardı. Birine rastlamadan evinden dışarı adım bile atamazdın. Buralarda kökünü kuruttular ama otlar böyledir işte. Kökünü kazırsın, dikildiği toprağı yakarsın, yıllarca canlanmaz ama her zaman bir yolunu bulup yine yeşerir."
Görebildiğim kadarıyla hepimizin birer kalbi var. Hepimizin beyni var. Görebildiğim sadece birkaç fark var ve erkeklerin çoğu da o farklı parçayla düşünüyorlarmış gibi görünüyor.
"... Bir psikiyatriste içini döken insanlar, bir papazla günah çıkarırken olduğundan daha rahat konuşuyorlardı, çünkü hekimler onlara cehennem ateşinden söz etmiyorlardı..."
"...Yıllarca ruhunun derinliklerinde barındırdığı olumsuz duyguların su yüzüne çıkmasına izin vermişti sonunda. Onları gerçekten hissetmişti, artık gerekli değillerdi, gidebilirlerdi..."
"...Peki, bugüne kadar enerjisini neye harcamıştı? Yaşamının olduğu gibi devam etmesini garantiye almaya çalışmaya. Anne babası kendisini çocukluğunda olduğu gibi sevmeyi sürdürsünler diye pek çok isteğinden vazgeçmişti - oysa gerçek sevginin zamanla değişip geliştiğini, yeni ifade yolları keşfettiğini bilmiyor muydu?..."
"...Meydandan yükselen müziğin sonunu işitecek kadar yaşayacak mıydı? Yaşamının sonu için çok güzel bir anı olurdu bu: Akşamüzeri, dünyanın öbür ucundan bir ülkenin düşlerini anlatan bir ezgi, sıcacık, minik bir oda, yoldan geçen yakışıklı genç adam; hayat dolu, nedense durup kendisine bakmaya karar vermiş. Hapların etkisi başlamıştı ve bu adamın onu gören son kişi olduğunu düşündü.
... Veronika, Lijubljana'da bu güzel akşam üstünde, meydanda Bolivyalı müzisyenler çalarken, genç bir adam penceresinin önünden geçerken ölmeye karar vermişti ve gözlerinin gördüğü, kulaklarının işittiği şeyler onu mutlu ediyordu.
... Çok uzun sürmedi. Biraz sonra bilincini kaybetti."
"Adınız..."
"Cristine Russell." Artık kullandığım isim buydu. Kaybettiğim aşkım Bones'a bir tür saygı duruşuydu bu; Bones'un insanken ismi Crispin Russell'dı.
Biliyorum, duygusallığım benim sonum olacak.