Rengârenk toprakta bir ayağım çıplak, bir ayağım çorapla geziyorum
Kandan kırmızı tablalar.
Nutkunu yediğimiz yerküre sofrasında
Dalından dalından yemişler
Yemişler ki
Sonuncuyu yedirememişler
Bereketini
Bilemeden.
Körden kör tabelalar.
Bir yüz vardı, kulakları yırtılı
Bir ağız vardı, dili
Arandı
Gündüzün geceleğinde
Dört nala ya, dört nala usul
Topal – ca
“topalcana”
Mordan mor şempanzeler.
Kısır kalmış şu kapana kısılılara
Bakırca bak
Toprak! (Seslen-iş) ne bilgeler bilgesi pencerende
Bir ağacın tepesinde koşar adım yürüyor
Lakin bu hayal edilebilecek, yadsınacak
Şey değil.
Şimdi yıkık sinemadaki çınlamadan başka bir şey değil benim ismim... Bir yağmuru daha kaldıramaz. Gökte toplanan bulut bile çürütür onu, sonra moloza karışır, kaybolur gider.
diplerdeyim en çok
koyu ve kararlı
başım havalarda çoşkulu
beni saran yapraklara dokunamıyorum
sesim hiç çıkmıyor konuşamıyorum
hayat veren su boğunca bazan
başımı zor kurtarıyorum
karşı kıyıda
meşe ağacının ruhani soluğuyla
bağırınca buğulanan locaları var ölülerin
bu yüzden hep susuyorum.
bir siyah salda gelenleri dinliyorum
bir de düşlerimi fısıldıyorum
gövdemi saran su boğmasın diye beni
gri bulutlardan hep kaçıyorum