Bazıları için telden alışveriş arabalarında çocuk gezdirip, ailece raflar arasında dolaşmak tatil günlerinin bir eğlencesi haline gelmiş durumda... Her şey var ama insan ilişkisi yok. Kalabalık içinde yalnızlık dedikleri de bu olsa gerek.
"Benim çocukluğumda aşure bir tören havası ile pişirilir, muhakkak aşurenin "gelin olması" gerekirdi, "Anuş abur" deriz biz ona, yani tatlı çorba. Buğday ilk haşlandıktan sonra yoğurt yapar gibi bezlere, havlulara, elbiselere, çarşaflara sarılır, evin başköşesine, sedirin köşesine konurdu, hepimiz onun üstüne birer giysimizi koyardık, "üşümesin gelin" diye. Gelindi çünkü o, sabaha kadar ılık kalır, buğday özünü verir, sonra içine şekeri ve diğer malzemeleri konur, pişirilirdi."
Bütün dinlerde ölenin arkasından benzer şekilde yapılan bütün bu toplu dualar, mevlitler, birlikte yenilen yemekler dünyadaki hayatın hep devam etmekte olduğu gerçeğini geride kalanların yüzlerine çarpıyor âdeta.
Bakkal dükkânları o yaşa gelmiş kız ya da erkek çocukların anne babalarının izniyle ilk alışverişe gittikleri, ilk harçlıklarını şekere, çiklete dönüştürdükleri, parayla neler yapılabileceğini ilk fark ettikleri yerlerdi.
Sera ürünlerinin, ithal sebze meyvenin olmadığı zamanlarda ne pişirileceğine, ne yenip ne yenmeyeceğine Tabiat Ana kararını mevsimleri aracılığıyla verir, işaretini satıcılarla yollarmış hep.