Küçük Prens'in Tilki ile konuşmalarının olduğu bölümden çok etkilendi: "İnsan ancak kalbiyle bakarsa bir şeyi iyi görür, iyi anlar. Gözler bir şeyin özünü göremez... Gülünü önemli yapan onun için harcadığın zamandır... Gülünden sorumlusun."
"Benim çocukluğumda aşure bir tören havası ile pişirilir, muhakkak aşurenin "gelin olması" gerekirdi, "Anuş abur" deriz biz ona, yani tatlı çorba. Buğday ilk haşlandıktan sonra yoğurt yapar gibi bezlere, havlulara, elbiselere, çarşaflara sarılır, evin başköşesine, sedirin köşesine konurdu, hepimiz onun üstüne birer giysimizi koyardık, "üşümesin gelin" diye. Gelindi çünkü o, sabaha kadar ılık kalır, buğday özünü verir, sonra içine şekeri ve diğer malzemeleri konur, pişirilirdi."
Bütün dinlerde ölenin arkasından benzer şekilde yapılan bütün bu toplu dualar, mevlitler, birlikte yenilen yemekler dünyadaki hayatın hep devam etmekte olduğu gerçeğini geride kalanların yüzlerine çarpıyor âdeta.
Bakkal dükkânları o yaşa gelmiş kız ya da erkek çocukların anne babalarının izniyle ilk alışverişe gittikleri, ilk harçlıklarını şekere, çiklete dönüştürdükleri, parayla neler yapılabileceğini ilk fark ettikleri yerlerdi.