Çağdaş bir tarihçinin Emevilerin iktidarı ile dinî ve fikri akımlar arasındaki güvensizliğe dayalı ilişkiyi anlatan şu cümleleri manidardır:
Emevi halifeleri, Kaderiye'nin insanın irade hürriyeti hakkında konuşmasından çok korkuyorlardı. Çünkü bu fikir, halifelerin yap tıklarını eleştirme ve hüküm verme kapısını açıyordu. Yine, Kaderiye bu fikriyle Emevilerin hasımlarına karşı silah olarak kuşandıkları cebir İlkesine hücum ediyordu. Çünkü Emeviler cebir telakkisini kullanarak halifeliklerine kutsiyet şemsiyesi kazandırmış ve bu görevi ilahi otorite mertebesine yükseltmişlerdi. Kaderiye, insan hürriyetini savunmak suretiyle, aynı zamanda, Emevilerle ve cebir vasıtasıyla mevali ve Arap olmayan Müslümanlar üzerinde istibdada dönüşen hilafetle siyasî çatışmaya girmişlerdi. Öyle ki insan hürriyetini savunan kaderi düşünce ihtilal ruhuna bürünmüş ve hem hilafet hem de diğer fırkalar İçin bir tehdit unsuru olmaya başlamıştı.
Geçmişi kutsamak, tarih-üstü İslam mesajını bir dönem ile sınırlandırmak anlamına gelecektir. Şeriat, geçmişi olduğu gibi bugüne veya geleceğe taşımak değildir.
Şeriatin vahiy döneminde imani, ahlaki ve kevni ayetleri içeren Kur'an merkezli manası, sonraları Kur'an ahkamına indirgenerek emir ve kuralları içeren dar çerçeveli şeriat anlayışına evrilmiştir.
Tarihi süreç içinde çeşitli yer ve zamanlarda, çeşitli dil ve ırklardan peygamberlerin gelmiş olması değişimin ana göstergesidir. O halde değişim fikri, peygamberlerin bizzat kendilerinin gelmesinden çıkar...
Şeriat kavramının ve Şeriat ilkesinin Kuran, Hadis ve İslam düşüncesi açısından değerlendirmesi yapılarak, Türkiye'de daha doğrusu Laiklik Ve Şeriat ilkesinin tartışma konusu olduğu yerlerde, şeriatın yanlış lanse edildiğini, kitap açık olarak okurlara sunuyor. Şeriat kavramının şekilciliğin bir tezahürü olan lafızcı bir yaklaşım/el kesme- boyun vurma/ ile alınmasının oluşturduğu sorunları ve şeriatın bu olmadığını aksine Allah'ın din aracılığı ile insanların dünyevi ve uhrevi hayatlarını düzenlemek üzere peygamberler aracılığıyla göndermiş olduğu ilke ve prensipler olduğunun üstünde defalarca durulmuş. Ayrıca şeriat ilke ve prensiplerinin statik olmadığını, çağa, topluma ve mevcut düzene göre yenilenmesini ve değişime açık tutulması vb. temellendirmeler ile okuyuculara yanlış lanse edilen prensipleri gözler önüne sermiş.
"İslam Şeriatı, ayrıntılı kurallarla sınırlandırılmış ve belirli bir tarihe sıkıştırılmış belirli bir birey ve toplum modeli ön görmez."
Tefsir Tarihi, Kur'an'ı anlama ve yorumlama çabalarının tarihidir.
Kitapta tefsirin doğuşundan bugüne kadarki on beş asırlık tarihî seyrinin genel hatları ele alınmış.
Tefsirin gelişim süreci hakkında genel bir tasvir sunmuş,oldukça yoğun ve doyurucu bir kitap.
Bu alana merakı olanlar edinebilir.
İsmail Çalışkan'ın Tefsir Tarihi kitabında en beğendiğim şey; tefsir çeşitlerini sıralarken eserleri tek bir başlık altına hapsetmeyip objektif şekilde değerini ortaya koyması oldu. Örneğin; bir çok tefsir tarihi kitabında Zemahşeri'nin Keşşâf'ını "mezhebi tefsir" başlığı altında görmek, bana göre, bu eseri doğru tanıtmamak anlamına gelmektedir. Bu kitapta ise e tefsirlerin yalnızca kategorize etme çabasıyla ele alınmamış olması; bunun yerine yöntemlerinin, amaçlarının, önemli yönlerinin, alana katkısının vb. özelliklerinin sunulması çok yerinde olmuş.