Yıldırım Beyazıt Han'ın çok oğlu vardı. Hepsinin de iyi terbiye edilmesini temin etmek için özel hocalar tutmuştu. Emir Süleyman'ın hocası da, pek bilgili ve otoriter imiş. "Şehzâdedir, belki bir gün Osmanlı tahtına geçer padişah olur" düşüncesiyle, hiç müsamaha göstermez imiş.
Bir gün canı iyice yanan küçük Süleyman dayanamamış:
“Biz senin oğlun değil miyiz baba?" diye sormuş.
Yıldırım Gazi, “Hem oğlumsun, hem tahtımın vârisisin! Ne oldu?" deyince,
"Madem ki sen Sultan-ı Rum’sun , biz dahi senin oğlunuz, reva mıdır ki hocamız, bizi de, sair oğlancıklar gibi döve, kulağımızı çeke!"
Meseleyi anlayan hünkar ferahlamış ve “Demek öyle! Yarın biz dahi seninle hocaya gidelim ve ona öyle bir iş eleyelim ki, âlemlere şağıda olsun…" diye cevaplamış.
Buna çok sevinen Süleyman, ertesi günü iple çekmiş. Padişah önce sabah namazından sonra hocaya bir haberci yollamış. Daha sonra da kendisi Süleymanla beraber gitmiş ve seslenmiş:
"Bre Hoca! Biz sana oğlumuzu okumaya gönderdik. Sen ne hakla, diğerleri gibi onu da döver, azarlarsın?" Der demez, habercinin getirdiği talimata uyan Hoca, sopasını kaptığı gibi, koca Sultanı kovalamış. Sonra da küçük Süleyman'ı kulağından tutup sırasına oturtmuş.
Akşam sofraya geldiğinde babası,
"Ey oğul! Hocan ne yavuz kişiymiş… Sana olan hıncından dolayı, bizi dahi kovaladı. Var edebinle otur; okumaya, adam olmaya çalış" diye nasihat etmiş.