"...kitleleri harekete geçirmek için insan kendi elini taşın altına koymalı, diyordu -insanların eyleme geçecek cesareti bulması için birinin kendini ateşe atması gerekiyordu; insanların kaybedecek bir şeyleri olmadığını anlamaları için bir başkasının geri döndürülemez ölümü gerekiyordu."
Bener Nefis bir kitap. Güldürüyor, gülümsetiyor, hüzünlendiriyor, düşündürüyor. Boş vakit bolca varsa, insanı içine çeken bu akıcı roman bir nefeste okunabilir. Çevirisi de çok iyi. Romanda, başlıkta da kısaca belirttiğim gibi, çağdaş bir İbn Battuta var. Fas'ın Tanca şehrinden çıkıp yolculuğunda bir sürü macera yaşadıktan sonra, çalkantılı günler yaşayan Barselona'da buluyor kendini ve burada yaşam mücadelesini sürdürüyor. Çocukluk anılarından ilk aşkına, İslamcılarla zorunlu ilişkilerinden Arapça'ya öğrenmeye meraklı İspanyol aşkına ve daha pek çok renkli deneyimlerine kadar bir Arap gencinin yaşadıklarına -ve aslında kendisi gibi hareket eden birçok Arap ve genel olarak Kuzey Afrikalı göçmenleri temsil edişine- şahit oluyoruz.
"...,bugün kitapların içeriği ağırlıktan o kadar yoksun, kitaplar o kadar az satıyor, o kadar az okunuyor ki, artık yasaklama zahmetine bile girilmiyor."
‘Il Divino”, Floransa Cumhuriyeti’nin kahramanı Michelangelo, San Pietro Bazilikası’nın yapımı sırasında Papa II Julius ile tartışır. Papa kendisine vaat ettiği parayı bir türlü vermez. Gururlu bir sanatçı olan Michelangelo kendisini kıskandığını düşündüğü Bramante ve Rafaello’ya da öfkelidir. Tam bu sırada İstanbul Sultanı II. Bayezid’den ilginç bir davet alır. Bu davetin amacı İstanbul ile Pera arasında bir köprü inşaatı için gelip şehri görmesini istemesidir. Daha önce Leonardo da Vinci’nin projesinin reddedilmiş olması, bu teklifi daha cazip hale getirir. Sultan ile arası kötü olan Papa’dan intikam alma fikri de karar vermesinde etkili olacaktır.
Floransa’dan başlayan yolculuğu Sarayburnu’nda son bulurken karşısında büyüleyici bir şehir bulur. Günlerce bu şehri adım adım gezer. Keşif sırasında yanında Piriştineli şair Mesihi de olacaktır. Onun dostluğu ile şehrin gizemli, mistik yönleriyle karşılaşır. Boğazın suları, Ayasofya’nın ihtişamı, şehrin sokakları, insanları, mimarisi ile derinden etkilenir. Davut kadar, Pieta kadar zarif bir eser ortaya çıkarmak ister. Serenissima’ya benzettiği şehir, onun sonraki eserlerine ilham kaynağı olacaktır.
Kurguda Michelangelo’nun hayatının kısa ama önemli bir kesiti olan İstanbul ziyaretinde zihnine kazınan imgeler, iki düşman olan Papa ve Sultan arasında karar vermenin zorluğu, tamamen yabancı ve önyargılı olduğu bir din ve kültüre dair gözlemleri anlatılıyor romanda. Anlatıcı bazen değişiyor. Bazen de Michelangelo’nun kardeşiyle olan yazışmaları çıkıyor karşımıza. Michelangelo’nun iç dünyası ve dönemin İstanbul’unun resmedildiği başarılı bir anlatım var.
"Hayat insanı köksüzleştiren bir makine; daha çocukluğumuzdan başlayarak bizi soyuyor, bizi sonsuza kadar başka biri yapan bir ilişkiler, sesler, mesajlar banyosuna daldırarak yeniden şekillendiriyor,..."
Michelangelo'nun eserleri, resimde de mimaride de İstanbul'a çok şey borçlu olacak. Bakışı şehir ve başkalık karşısında çok farklılaşacak; manzaralar, renkler, biçimler hayatının geri kalanında çalışmalarının içine nüfuz edecek. San Pietro'nun kubbesi Ayasofya ve Bayezid Camii'nden esinlenmiştir; Medici Kütüphanesi ise Manuel'le sık sık gittiği Bayezid Kütüphanesi'nden; Medici Şapeli'ndeki heykeller, hatta II. Julius için yaptığı Musa heykeli İstanbul'da rastladığı davranış ve insanlardan izler taşır.