Düşündüğünde huzur bulduğu tek düşünce insanların kapılarını kilitlemek zorunda olmadığı, tek korkularının sebze bahçesine girecek bir geyik olduğu küçük bir kasabaya kaçma fantezisiydi.
Gerçekten çok uzaklara gitmeyi istiyordu. Aylardır temiz bir başlangıç, huzur ve sükûnet peşindeydi. En son ne zaman huzurlu bir gece uykusu uyuduğunu hatırlamıyordu.
Dürüstçe söylemem gerekirse arabama atlayıp arkama bakmadan bu yerden gitmek isterim ama dört teker bir aracım olmadıkça pek uzağa gidebileceğimi sanmıyorum.
“İnsanlar kendilerini iyi hissettikleri yere aittir. Bir sürü farklı yer olabilir bunlar. Ve öyle hissetmeleri için de türlü türlü nedenleri olabilir.”
Mel’in tek düşünebildiği adamın ne kadar hoş olduğuydu. Koyu renk gözleri, biçimli yüzü ve çenesindeki küçük gamzesiyle gerçekten çok çekiciydi. Ne kadar yakışıklı olduğunun farkında olmadığını hissettiren ağırbaşlı ama rahat tavırları bu çekiciliğini daha da arttırıyordu. Adam bunu fark etmeden birisi onu kapmalıydı. Muhtemelen de kapmıştı.
Mel’in garip ve komik bir özelliği vardı: zihninin içindeki müzik. Her sabah, ilk uyandığında radyoda çalıyormuş gibi net bir şarkı olurdu zihninde. Her seferinde farklı bir şarkı olurdu bu. Normalde bir müzik aleti çalamayan hatta müzik kulağı bile olmayan Mel, her sabah farklı bir melodi mırıldanarak uyanırdı. Mel’in kısık sesli mırıltısıyla uyanan Mark dirseği üzerinde yatakta doğrulur, Mel’e doğru uzanarak yüzünde tatlı bir gülümsemeyle, karısının gözlerinin açılmasını beklerdi. Sonra, “Bu seferki neydi?” diye sorardı.