Romalı yazar Petron, Ermeniler hakkında şöyle demiştir: “ Ermeniler de insandır fakat evlerinde dört ayak üstünde gezerler.” Rus şairi Lermontov da onları şu sözlerle övmüştür: “Sen kölesin, sen korkaksın, çünkü sen bir Ermenisin.”
Erzurum, 29 Nisan 1918
Erzurum'un, Bitlis'in, Van'ın, Diyarbakır'ın, Elazığ'ın Ermenistan olabileceği hayalini, özellikle Osmanlı Ermenilerinin artık ebedi olarak unutmalarını hem kendilerinin, hem de Türklerin esenliği ve mutluluğu adına tavsiye ederim.
Osmanlı hükümetinin, Doğu Anadolu vilayetlerinden bir buçuk milyon kadar Ermeni naklettirmiş olduğunu ve bunlardan altı yüz bin kadarının yollarda kısmen öldürülmüş ve kısmen de açlık ve sefaletten ölmüş olduklarını kabul edelim. Fakat Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis vilayetlerinin Ruslar tarafından istilası sırasında, oralarda oturan Türk ve Kürtlerden acaba ne kadarının Ermeniler tarafından en barbarca cinayetlerle öldürülmüş olduklarını ve ne kadarının göç sırasında telef olduğunu bilen var mı? işte biz haber verelim ki, bu yüzden ölen Türk ve Kürt'ün miktarı muhakkak bir buçuk milyonu geçer.
Bu açıklamamdan kamuoyu takdir eder ki, Ermeni tehciri ve katli meselesiyle ben zerre kadar ilgili değilim. Tehcir kararı verildiği zaman müzakerelere katılmadığınlm gibi katl'leri engelledim. Tehcirin yapılmasından sonra göçmenlere azami
yardımlarda bulundum.
Çok teessüf ederim ki, Adana vakasının ikinci günü, bir yabancı ülke vapuruyla iskenderiye'ye kaçan Monsenyör Muşeg o zaman elime geçmedi. Yine haklı olarak Harp Divanı tarafından giyaben idama mahkûm edilmiş olan bu zat elime geçseydi, onu da Bahçe müftüsünün karşısına astırırdım.
Hürriyet demek, anarşi demek olmadığını halka anlatmak hükümetlerin en birinci görevleridir. Ne yazik ki, Türkiye'de 1908 senesinin son üç ayıyla 1909 başlarında böyle bir hükümet yoktu.
Memlekete en seri ve faydalı medeni gelişmelerin kadınlık vasıtasıyla dahil edileceği, kadınları esaret altında bulunan milletlerin felakete uğrayacakları hakkında fikrim sarsılmazdır.
Ben kendi hesabıma her şeyden önce Osmanlı'yım, fakat ondan sonra Türk olduğumu hiç unutmam ve bu unsurun, Osmanlı İmparatorluğu'nun temel taşı olduğuna tamamıyla inanırım. (...) Çünkü esasen Osmanlı İmparatorluğu Türk'tür.
Osmanlı memleketi dahilinde, Ermeni ihtilal komiteleri tarafından pek düzenli gizli teşkilat meydana getirildi. Bu gizli teşkilat, Ermenileri Kürt ve Türk aleyhine sürekli olarak zehirliyor ve Doğu Anadolu'daki altı vilayetten ibaret bir Ermeni mümtaz eyaleti oluşturmadıkça Ermenilerin rahat durmamalarını sağlamaya çalışıyordu.
İnşallah Türkler, Mustafa Kemal Paşa'nın idaresi altında giriştikleri son milli hareketleri sayesinde kendi memleketlerini, azametli İstanbul'ları ve güzel İzmir'leriyle beraber kurtaracaklar ve bu tabii hudutlar içinde milletlerin refahını, memleketlerinin bayındırlığını sağlayacak tedbirleri alacaklardır.
Bu hale göre Şerif Hüseyin'in ihtilali sayesinde bugün "Hâdim-ül-Haremeyn-üş-şerefeyn"," İngiliz Kralı Haşmetlu 5. George'den başka kimse değildir, zannederim.
Şerif Faysal, yanına verdiğim diğer birkaç zat ile birlikte Medine'ye hareket ettikten sonra, her türlü ihtimale karşı bir ihtiyat tedbiri olmak üzere, maiyetimdeki kolordu kumandanlarından, dine bağlı ve vatan sevgisiyle dolu Fahreddin (Türkkân) Paşayı da Medine'ye göndermeye karar verdim. Şimdiki durumu, bütün düşündüklerimi ve Şerif Hüseyin'in yakında ihtilal edeceği hakkındaki şüphelerimi Fahreddin Paşa'ya söyledim ve Peygamberimizin mezarını ziyaret gibi, görünürde bir sebeple Medine'ye kadar bi rgeziye çıkmasını istedim.
Ve Fahr-i Kâinat (Hz. Muhammed) Efendimiz buyuruyor ki: "Hainler hakkında hâkim nezdinde şefaat teşebbüsünde bulunanlar da hainlerdir. Zira bunlar bilerek veya bilmeyerek fitne ve fesat yapılmasına hizmet etmiş olurlar."
Telgrafı alelacele okuyan Şerif Faysal karşımda renkten renge giriyordu. Nihayet dedi ki:
- Ah Efendim! Bilmezsiniz ne kadar büyük bir azap hissediyorum. Hakikaten bu telgrafın yazılması pek büyük bir hatadir. Sizi temin ederim ki, pederim bunları bir kötü niyetle yazmamıştır. Bilirsiniz ki pederim pek iyi Türkçe bilmez. Binaenaleyh bu telgraf, pederin Arapça verdiği manayı anlayamayarak karmakarışık etmiş olan bir Türkçe kâtibin aklına estiği gibi yazmasının sonucu olmalı. Yoksa Allah muhafaza etsin, pederim böyle bir fikirde bulunur mu?