Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Erdoğan Aydın

Erdoğan AydınNasıl Müslüman Olduk yazarı
Yazar
8.0/10
261 Kişi
781
Okunma
86
Beğeni
9,5bin
Görüntülenme

Erdoğan Aydın Gönderileri

Erdoğan Aydın kitaplarını, Erdoğan Aydın sözleri ve alıntılarını, Erdoğan Aydın yazarlarını, Erdoğan Aydın yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
380 syf.
8/10 puan verdi
·
6 günde okudu
Sorgulamayı temel alan bilim ile dogma'yı temel alan din örtüşür mü?
MÖ. 8000-3000 yılları arasındaki Neolitik Devir'de (Cilalı Taş Devri), ürünün bollaşması için ayinler, festivaller, adaklar iyice gelenekselleşmişti. İnsan bilinci açık­layamadığı her şeyi tanrılara bağlıyor, gücünden çekindiği, umut bağladığı her şeyde tanrılar icat ediyordu. Marks'ın da dediği gibi; "(insanlar) kendi beyinlerinin
İslamiyet ve Bilim
İslamiyet ve BilimErdoğan Aydın · Kırmızı · 200848 okunma
Binbeşyüzü bulan bilim dalının kuruluşunda, İslam egemenliği altındaki topraklardan ancak bir elin parmaklarıyla sınırlı kalan bir katkı gelebilmiştir. İslam aleminin dikkate değer katkısı, Kilise bağnazlığında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Yunan biliminin, Doğu bilim birikimiyle işlenip geliştirilerek Rönesans'a aktarılması­na olanak sağlaması olmuştur. Ki bu da, İslam aleminin yükselişine denk düşen ve İslam'ın henüz bilim-felsefe karşıtlı­ğındaki konumunun hoşgörüyü içerdiği, özgün dönemin ürünüdür. Yoksa, onun da genel tavrı Hıristiyan aleminin engizisyon döneminden farksızdır. 11. yy. öncesi bu özgün geçiş dönemi o güne kadarki bilimsel birikimlerin, henüz yeni yeni ürün verme aşamasına vardığı dönemdir. Ancak, bu dönem kısa sürmüş ve bilim, İslam aleminde yaşama koşullarını yitirerek bir daha geri dönmernek üzere Avrupa'ya göç etmek durumunda kalmıştır. İslam aleminde dinsel gericilik tarafın­dan boğazlanarak yaşama koşullarını yitiren bilim, Batı'da üretici güçlerin gelişiminin yardımıyla, eski birikimi de kendine temel yaparak, Rönesans ve sonrasında güçlü bir atılım içine girmiş ve Kilise'yi kendisiyle belli oranda uzlaşmak zorunda bırakmıştır.
Reklam
Hıristiyan Avrupa karanlıktan çıkarken, İslam dünyası karanlığa girdi
İslamiyerin yükseliş devresinde, her ne kadar bilim karşı­sında olumlu işlev gören bir döneme rastlıyorsak da, bilim karşıtı tutum tüm dinlerin tarihine egemen olacaktır. Bunun sonucu bilimsel gelişmelerin içine girdiği durgunluk, İslamiyetin, 10, 11. yüzyılları hariç 15. yüzyıla, Rönesans'a kadar sürecektir. Rönesans'la birlikte, Hıristiyan dünyasında bilimsel gelişme önündeki engeller parça parça geriletilmeye başlarken İslam dünyasındaki durgunluk, günümüze kadar devam edecektir. Çünkü, İslamiyetin egemen olduğu toplumların iç dinamiği, Hıristiyan toplumlarda olduğu gibi, dini engelleri geriletecek bir etkinlik gösterebilmekten uzak kalmıştır. Dinler, doğanın yorumlanması, anlaşılması ve ona hükmedilmesini amaçlamaz. Tam tersine bu "boş ve aldatın" dünyanın, Allah'ın emirleri doğrultusunda en iyi "kul" olarak geçirilmesi ve "öbür dünya"nın sözde cennetine hazırlanıl­ması şeklinde, insan bilincini körelten bir işlev görür. Bilimsel gelişme ise doğanın anlaşılmasını, ona hükmedilmesini, bu dünyanın yaşam potansiyelinin en iyi biçimde değerlendiril­ mesini ve öbür dünya masallarıyla avunmanın boşluğunu ortaya koyar. İşte; nesnel olarak her gelişmede dinsel dogmaları etkisizleştirme işlevi gördüğü ve daha da ötesi, kör inanç yerine her şeyin sorgulanması gereğini ortaya koyduğu içindir ki bilim, ama özellikle de onun felsefesi dinler tarafından hep engellenegelmiştir.
Bunda tek istisna Laik Türkiye Cumhuriyeti.
Dinsel dogmatizm, bilimin içinde gelişebileceği maddi ortamı da ortadan kaldırarak, Arap bilimini bizzat öldüren temel faktör olmuştur. Bu öylesine somut bir gerçektir ki insanlığın uzayı fethettiği bugün bile şeriatla hala bilim yaşam olanağı bulamamaktadır. Bu ülkelerde bilim adına yapılan; Kur'an'ın bilime uygun olduğuna ilişkin bolca laf üretmek, bunun için de "gavurun" ürettiği bilimin verilerini tarayarak Kur'an''a uydurulabilecek deyişler bulup bunları, felsefeden özenle uzak tutulan yığınları koşullandırmak için kullanmaktan ibarettir. Bu konuda denebilir ki tek istisna Türkiye'dir, ki bu da Cumhuriyet'in aydınlanmacı-laik temelleri sayesinde gerçekleşmiştir. Ancak 12 Eylül ile birlikte geliş­tirilen İslami dalga ve YÖK düzeniyle süreç, Türkiye'de de yeniden geriye çekilmiş, üniversiteler bilim değil, bolca din demagojisi üreten, dini bilime uygun göstermek için Kur'an'ı tahrif de dahil her yolu mubah gören kişilerin at oynattığı, bilimsel felsefenin ise engellendiği alanlar haline gelmiştir.
Dinler tarafından egemenlik altına alınma çabalarına rağmen bilim, tek tek bilim emekçilerinin ve onları zorlayan maddi koşulların ürünü olarak gerçekleştirdiği birikimler sayesinde, Rönesans patlamasının koşullarını oluşturmuş ve sonrasında hızlanan bir evrim içine girmiştir. Hıristiyan dünyada bilimsel karanlığın yaşandığı dönemde Müslüman dünyada gelişen çeviri ve yorumculuk esasına dayanan bilim, kısmi bir gelişme gösterdiyse de Gazzali'de ifadesini bulan din felsefesinin karşı saldırısı sonucunda, pek fazla somut ürün veremeden ta günümüze uzanan bir karanlığa gömülmekten kurtarılamamıştır
Bilim ve şeriat
Bilimsel mantığın abc'si bizden, tarih boyunca kimseye inançlarından ötürü "yukarıdan" bilgi (ve afet) inmediği ve böylesi bir yargının ancak cahil insan fantezisi veya yığınları denetim altında tutmaya yönelik, siyasal ve ideolojik bir yaklaşım olabileceğini kavramamızı bekler. Bilim, bilginin ancak ve ancak bilimsel yöntemle ve her türden önyargıdan uzak bir çabayla ve maddi koşullarının oluşmasına bağlı olarak elde edilebileceğini öğretir. Şeriatçı mantığa sahip toplum ve ülkeler; kültürel, bilimsel, teknolojik, hukuki bütürılük içinde tanımlanacak çağdaş uygarlık düzeyinin dışında kalmış ve bütünüyle bağımlılık ve gerilikle tanımlanabilecek durumdadır.
Reklam
Bu mantığa göre depremde binlerce masum çocuğun katili kim?
Tegabün-11 'de, "Başa gelen hiçbir musibet Allah'ın izni olmaksızın olamaz.." En'am-17-18'de, "Allah sana bir sıkıntı verirse, ondan başkası gideremez. Sana iyilik verirse başkası engelleyemez. O her şeye kadirdir. O kullarının üstünde yegane tasarruf sahibidir, hakimdir, haberdardır" denir.
Dinsel koşullanma ile bilimsel sağduyu ters orantılıdır.
İslamiyete göre kişinin neye inanacağını belirleyen anne ve babası değil, daha doğum öncesi çizilen kaderidir. Bunu böylece belirledikten sonra; mademki doğumundan daha beş ay, önce bu insan taslağının yaşamda, zenginliği fakirliği, ne kadar yaşayacağı, neler yapacağı, mutlu mu mutsuz mu, "kötü" mü "iyi"mi olacağı Allah'ın meleği aracılığıyla belirleniyor; o halde cennet, cehennem ve sı­nav iddialarını nereye yerleştireceğiz? Bir insanın "kötü" olacağını daha doğumundan beş ay önce saptayıp sonra da "vay sen niye 'iyi' olmadın?!" diyerek onu sonsuz cehennem ateşine atmak hangi vicdana, hangi adalete sığar? Böylesine keyfi ve zalim bir tanrı düşünemeye­ ceğimize göre, buradaki Allah imgesinin 7. yüzyıl insanının bir ürünü olduğunu kabul etmeliyiz. Kuşkusuz sorgulama yeteneğini yitirmiş, koşullanmış veya hayatın doyumsuzluğu karşısına bütün iyi yaşam umudunu 'öbür dünya'ya bağlamış, insanları ikna etmek imkânsız gibidir. Dinsel ideoloji, 'öbür dünya'nın cehennemini de cennetini de öylesi uç boyutlarda tanımlamıştır ki, kendisine inanan insana cehennem korkusu ve huri düşleri çerçevesinde, mantığını dışlamaktan başka çare bırakmıyor.
Elmalılı M. Hamdi Yazır da Hak Dini Kur'an Dili adlı çalışmasından
Müminun-12 ayetinin tefsirinde şöyle demektedir: 'Demek ki Yüce Allah çamurdan süzerek bir sülale çıkarmış ve insanı ilk defa o sülaleden yaratmıştır. Yüce Allah çamurdan madenleri, bitkileri, hayvanları sıyırıp çıkardıktan sonra, bunların bir hülâsasından da insanı yokken yaratmış ve insan bunların sonuncusu olmuştur.'
Erzurumlu İbrahim Hakkı 18.yüzyıl ortalarında yazdığı Marifetname:
"Bu şerefli vücudun topraktan ilk yükseliş kadernesi madenler olmuştur. Ondan da bitkiler ve ondan hayvanlar vücuda gelmiştir... Madenlerle bitkiler arasında ara varlığı mercandır. Bitkiletle hayvanlar arasında ara varlığı hurmadır. Hayvanlarla insanlar arasında ara varlığı maymundur. Hayvanlar aşamasında nice bin yıllar geçmiştir. Oradan da eylem ve biçimde insana benzeyen Nesnas (maymun) aşamasım bulmuştur. O basamaktan dahi yükselerek insan biçimine girmiştir."
Reklam
Darwin' den yüzyıllarca önce, İbn-i Haldun'un evrim teorisi
"Varlıklara bak. Varlıkların, madenierden başlayarak, yavaş yavaş ve tabaka tabaka biçimlenmiş olduğunu görürsün. Maden, bitki ve hayvanların ana maddeleri ortaktır. Madenin en yükseği bitkinin en aşağısına bitişiktir. Örneğin, tohumsuz yetişen maden tohumsuz türeyen sebzelerle, hurma ve üzüm gibi bitkiler inci sedefiyle kabuklu sümüklü böcek gibi hayvanlara yakındır ve onların biçim ve kalıplarına girebilecek durumdadır. Bu gelişme, en aşağıdan başlayarak, maymun ve şebek gibi hayvanlardan geçip insana kadar yükselmiştir. İn­sanın en aşağısı, işte bu hayvanlardan başlamıştır. Benim gördüğüm budur. Doğrusunu Tanrı bilir." (Mukaddime, Zakir Kadir-i Ugan çevirisi, 1954 baskısı, I.cilt, s. 241-247)
Yaratılış efsanesinin bir diğer iflas belgesi
Dinozor, mamut vb. dev yaratıkların, insanın yeryüzünde görünmesinden milyonlarca yıl önce oluştukları ve onları yaratan ve yaşama olanağı sağlayan çevresel koşulların ortadan kalkmasına paralel olarak, tükendikleri bilimsel gerçeği, yaratılış efsanesinin bir diğer iflas belgesidir. Her şeyi bilen, her şeye kadir bir tanrının, her şeyi bilinçli olarak yarattığı iddiası ile bu durumun uzlaşmayacağı açık.
Darwinizmin zaferi engellenemedi :D
Darwin 1860'ta Türlerin Kökeni'ni yayınladığında, bilim ve din arasında çok yoğun ve sert bir tartışma süreci başlamış oldu. Kuşkusuz dindarların saldırısı siyasi nitelikteydi. Dini çevreler, gök cisimleri ve diğer pek çok konuda yitirdikleri kanıtları, en son ve yaşamsal önem taşıyan, canlılar dünyası konusunda yitirmeye hiç niyetli değillerdi. Dolayısıyla canlılar dünyasına ilişkin bilimsel-akılcı bir yoruma ulaşılmasını engellemek için her şeyi sonuna kadar kullanmadan teslim olmayacaklardı. Yine de bilim çevreleri açısından Darwinizmin zaferi engellenemedi. Nitekim Türlerin Kökeni, "biyoloji biliminde muazzam bir özgürleşme etkisi yarattı ve ortaya bütün canlılar dünyasında geçerli olan tek bir ilke çıkardı.
Paleontoloji bilimi ve dinlerin yaratılış mit'i
"Evrim kuramma giden yolun başında jeoloji ve paleontoloji (fosiller bilimi) vardır. 18. yüzyılın sonlarından başlayarak doğabilimciler daha alt (daha eski) katmanlardaki fosillerin daha yalın canlılara ait olduğunu, yukarı katmanlara (daha yakın zamanlara) doğru çıkıldıkça fosillerin giderek daha çeşitli ve daha karmaşık canlıların varlığını gösterdiğini gözlemlediler. Fosillerin incelenmesiyle dünyada bugün var olmayan çok çeşitli canlı türlerinin vaktiyle yaşamış oldukları anlaşıldı. Fosiller, ayrıca, canlı türlerinin, içinde yaşamış oldukları doğa koşullarına (iklim gibi) uygun değişiklikler geçirmiş oldukları­nı gösteriyordu. Örneğin arkeopteriks gibi 'ara' canlıların fosilleri, kuşların, ilkel sürüngenlerden evrim geçirerek ortaya çıktığını kanıtlıyordu. Böylece İncil'deki (ve tabii Kur'an ve hepsinin temeli Tevrat'taki) yaratılış hikayesine inanmak gittikçe daha güçleşti.
1.484 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.