Dinî tecrübelerin anlatılamazlığının kesinlikle sözcük ve kavramlarla ifade edilemeyeceği, bu nedenle de anlaşılamayacağı anlamına gelmemesi gerektiğini hatırlamak önemlidir. Çünkü böyle bir durumda, bugüne kadar anlatılan çeşitli dinlere ait tecrübelerin varlığıyla ‘anlatılamazlık’ bir paradoks oluşturur. Bir taraftan anlatılamaz denirken, bir taraftan da dinî tecrübeye ait sözlü ve yazılı yoğun bir literatürün olması açıklanamaz bir çelişki olacaktır. Bu çelişkinin giderilmesi ancak anlatılamazlıkla neyin kastedildiğinin açıklığa kavuşturulmasıyla mümkün olabilir. Eğer bir mistik veya bir sûfî yaşadığı tecrübe hakkında konuşurken, tecrübenin anlatılamazlığından şikâyet ediyor ve bunun hemen ardından ‘yaşamayan bilmez’ diyorsa; bu, yaşanılan halin yoğun, derin ve özel olması nedeniyle, onun eksiksiz ve yaşanıldığı şekliyle aynen aktarılamamasından, dilin tecrübe ve hisleri anlatmada yetersiz kaldığından kaynaklandığını göstermektedir.
Çünkü yaşanılan tecrübenin gündelik dilin sınırları içerisinde anlatılma gerekliliği onun mahiyetini tam olarak ortaya koymada yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla tecrübe sahibi kişi, ifadelerin yetersizliğinin farkına varır ve kendisini ‘yaşa ve gör’ kriterine başvurmak zorunda hisseder. Bu nedenle dinî tecrübelerin anlatılmasında, dilin sınırlılığını aşmak için mecâz, sembol, benzetmelere başvurmak önemli bir rol oynamaktadır.