Hakan Hemşinli

Tecrübeden Tanrı’ya yazarı
Yazar
Editör
10.0/10
1 Kişi
5
Okunma
1
Beğeni
345
Görüntülenme

Hakkında

1980 yılında Erzurum Pasinler’de dünyaya geldi. 1999 yılında liseyi, 2004 yılında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesini 2007 yılında aynı üniversitede yüksek lisansını ve 2015 yılında Atatürk Üniversitesi’nde doktorayı bitirdi. Üniversite öğrencilerine yönelik 3 yıllık kademeli olarak Eğitim programı uygulayan Bilim ve Hikmet Araştırmaları Derneği (BİLHİKEM)’in 2016-2020 yılı arasında kurucu başkanlığını yaptı. Halen yönetim kurulu üyesidir. Ayrıca 2013 yılından beri Bilge Gençlik Topluluğu Akademik Danışmanlığı yürütmekte her hafta öğrencilerle düzenli olarak kitap tahlilleri yapmaktadır. Van YYÜ, Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığının Öğrenci Topluluklar Komisyonunun 2017 yılından beri üyesidir. Halen Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Felsefesi alanında Öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

Okurlar

1 okur beğendi.
5 okur okudu.
6 okur okuyacak.
Reklam

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Şiir ve mûsikînin temsil etme gücü oldukça yüksektir. İnsanların Allah’ın sıfatlarını anlayabilmek için, kendi sıfatlarından hareket ederek temsil yolunu kullandıkları göz önünde tutulursa, şiir ve mûsikînin güzellik, ahenk ve ritimleriyle bu konuda insana çok büyük imkânlar verdiği söylenebilir. Çünkü güzel, düzgün, ahenkli seslerde manevî âlemi hatırlatan bir özellik bulunur. Ayrıca şiir, hayatın özüne ve metafizik âleme işaret etmenin ayrıcalıklı bir dili konumundadır. Mecâzı sıkça kullanan şiirin, derinliğini ve büyüklüğünü hakikatle ilişkisinde görmek abartı sayılmamalıdır.
Reklam
Gazalî, aklın ötesinde başka bir aşamanın varlığından bahsederken bunu ifade etmektedir. Ona göre bu aşamada başka bir göz (kalp gözü) açılır ve insan bunun sayesinde aklın kavrayamadığı başka şeyleri de görür ve anlar. 142 Gazalî buna Kudsî Ruh adını vermektedir. Kudsî Ruh seviyesine ulaşan kişiler, metafizik âlemle ittisal sağlamakta ve bunları dillendirmektedirler. Burada Gazalî’nin tasavvufî tecrübeyi, müzik ve şiir zevkinden mahrum olan insanların bu tür faaliyetleri tam olarak anlamayacaklarına benzeterek örneklendirmesi hatırlanmalıdır. 143
Toplumdan uzaklaşıp münzevi bir hayat tarzını benimsemek, özellikle sûfiler düşünüldüğünde, tamamen bir amaç değil araç olarak tercih edilmiştir. Elbette ki, sûfiler arasında bunun istisnaları olagelmiştir. Ancak münzevi bir hayat tarzını bütün sûfilere teşmil etmek mümkün değildir. Gazalî, Mevlânâ, Molla Cami vb. birçok sûfinin farklı ilimlerle uğraştığı, hocalık yaptığı kısaca halkın arasından ayrılıp salt bir yalnızlık içinde yaşamadıkları ve hiçbir zaman da yukarıda ifade edilen benzerliklerle nitelendirilebilecek bir yaşam tarzlarının olmadığı bilinmektedir. Ayrıca münzevi bir hayat veya çile sûfiler için bir amaç değil amaca giden yolda önemli geçici bir araçtır. 376
Dinî tecrübenin epistemolojik olarak yetersiz olduğu hususunda en önemli unsurlardan biri de nedensellik meselesidir. Örneğin Gazalî’nin nedenselliği tamamen Allah’a atfettiği bilinmektedir. Özellikle kendi otobiyografisini anlattığı el-Münkız mine’d-dalâl adlı eserinde, tasavvuf yolunu nasıl seçtiğini anlatırken “Ben kendiliğimden harekete geçmedim fakat beni harekete geçiren O’dur. Ben kendiliğimden bir şey yapmadım. Fakat bana yapıp ettiren O’dur.” 471 ifadelerini kullanır. Ayrıca Gazalî, kendisinin bu yola “kalbine atılan bir nur sayesinde” girdiğini ısrarla vurgular. 472 Sûfilerin ortak kanaatlerine göre, kendi yaşadıkları tecrübeler ilahî bir lütfun eseridir. Dinî tecrübelerde tecrübe edilen varlığın kendisi mi yoksa varlığın tezâhürleri veya sıfatları mıdır? şeklindeki bir soru açısından nedensellik değişmez. İster varlığın kendisi ister tezâhürleri, sıfatları tecrübe edilsin, bunların epistemolojik olarak ilahî kaynaktan gelip gelmediği probleminin nasıl belirlenebileceği önemli bir husustur.
Dinî tecrübelerin anlatılamazlığının kesinlikle sözcük ve kavramlarla ifade edilemeyeceği, bu nedenle de anlaşılamayacağı anlamına gelmemesi gerektiğini hatırlamak önemlidir. Çünkü böyle bir durumda, bugüne kadar anlatılan çeşitli dinlere ait tecrübelerin varlığıyla ‘anlatılamazlık’ bir paradoks oluşturur. Bir taraftan anlatılamaz denirken, bir taraftan da dinî tecrübeye ait sözlü ve yazılı yoğun bir literatürün olması açıklanamaz bir çelişki olacaktır. Bu çelişkinin giderilmesi ancak anlatılamazlıkla neyin kastedildiğinin açıklığa kavuşturulmasıyla mümkün olabilir. Eğer bir mistik veya bir sûfî yaşadığı tecrübe hakkında konuşurken, tecrübenin anlatılamazlığından şikâyet ediyor ve bunun hemen ardından ‘yaşamayan bilmez’ diyorsa; bu, yaşanılan halin yoğun, derin ve özel olması nedeniyle, onun eksiksiz ve yaşanıldığı şekliyle aynen aktarılamamasından, dilin tecrübe ve hisleri anlatmada yetersiz kaldığından kaynaklandığını göstermektedir. Çünkü yaşanılan tecrübenin gündelik dilin sınırları içerisinde anlatılma gerekliliği onun mahiyetini tam olarak ortaya koymada yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla tecrübe sahibi kişi, ifadelerin yetersizliğinin farkına varır ve kendisini ‘yaşa ve gör’ kriterine başvurmak zorunda hisseder. Bu nedenle dinî tecrübelerin anlatılmasında, dilin sınırlılığını aşmak için mecâz, sembol, benzetmelere başvurmak önemli bir rol oynamaktadır.
Henüz kayıt yok
Reklam

Yorumlar ve İncelemeler

Tümünü Gör
Henüz kayıt yok