John D. Caputo, Thomas J. Watson Fahri Din Profesörü (Syracuse Üniversitesi) ve David R. Cook Fahri Felsefe Profesörü (Villanova Üniversitesi), radikal teoloji alanında çalışan melez bir filozof/teologdur. En son kitabı olan "The Insistence of God: A Theology of Maybe", radikal teoloji kavramını geliştiren ve Malabou, Zizek ve Latour ile diyaloga giren The Weakness of God'ın devamı niteliğindedir. Ayrıca, Penguen “Transit Felsefesi” serisinin bir parçası olan ve genel bir kitleyi hedefleyen “Gerçek”i de kısa süre önce yayınladı. İlgisi, Derrida ve Deleuze'deki olay kavramlarının yeniden işlenmesine dayanan bir kavram olan Tanrı adına barındırılan bir "olay"ın poetikası üzerine odaklanır. Geçmiş kitapları bizi hermenötiğin sonuna kadar gittiğine ("Radikal Hermeneutik"), Derrida'nın teoloji tarafından dikkate alınması gereken bir düşünür olduğuna ("Jacques Derrida'nın Duaları ve Gözyaşları") ve teolojinin en iyisi olduğuna ikna etmeye çalıştı. aşk ilişkisini güç ve otorite ile aşarak ve Caputo'nun St. Paul'un ardından "Tanrı'nın Zayıflığı" dediği şeyi kucaklayarak hizmet etti. Onun "olay" ile kastettiğini takip ederek dikkatle yorumlanması gereken bir ifade olan Tanrı'nın zayıflığı fikri, ne ortodoks bir kenosis nosyonuna ne de Tanrı teolojisinin bir ölümüne (Altizer, Zizek) indirgenemez. ikisine de benzetilebilir. Ayrıca "Din Üzerine", "Felsefe ve Teoloji" ve "İsa Ne Yapardı?" ve Ikon ve Emergent Church gibi çalışan kilise gruplarıyla etkileşime girmekle ilgileniyor. Syracuse'dayken, Profesör Caputo, hem çağdaş fenomenoloji, hermenötik ve yapısöküm ışığında din ve teolojiye radikal yaklaşımlar üzerinde çalışmak hem de çağdaş kıta felsefesindeki radikal dini ve teolojik motiflerin izlerini takip etmek anlamına gelen kıtasal din felsefesi konusunda uzmanlaşmıştır
John D. Caputo gerçekten de müthiş bir şekilde altını doldurmuş. Tabii ki gene sadece 'batı' eskenli (yani doğu felsefesi hakikatleri sanki yokmuşçasına) ve Hristiyanlık bazlı.
Yani ne derece doğru şekilde ifade edilmiş olursa olsun eksik değil ama yarım bir hakikati anlamaya çalıştığınız unutmayın.
Ve yarım hakikatler sadece kusurlu değil, yönlendiricidir. Madalyonun diğer yüzü yokmuşçasına harekete teşvik edicidir. Burada da bu var. Yer yer Hristiyanlık eleştirisine giriyor, genel inanç anlayışını sorguluyor, bilim-din ilişkisini gayet sivri dille analiz ediyor da olsa...tatmin konusu hep sıkıntılı.
Zannederim, yazar da bu sorunu yaşadığından, çoğu kez, -bana göre, -bence, -benim görüşüme göre, -ben şöyle düşünüyorum gibi çıkmazı bir yerlere saplamaya çalışan şüphesi giderilemeyen tespitler de hayli fazla.
Fakat bu bir gölge düşürmesin. Bakış açısı çok istikrarlı ve konuyu da çizdiği (sınırlı) çerçevede müthiş tutmuş.
Keyifli ama...bu gibi incelemelerdeki, analizlerdeki, o 'ama'sı olmayanlardan değil. Mesele -Ne yani amaaaan Hakikati bulacak değildin ya...değil. Gayet etrafında top süren bir belgeselden bahsediyorum. Ha derdim hakikati bulmak değil...ama işi buna kafa yoran bir bilim insanı, bir din insanından...beklentim yüksekti. Kısmen karşılandı. Mesele o.
Ha benim derdim okumak ve ilginç bir analizi ele almak ise (benim de oydu ama yazarı tanıyınca yolda beklenti değişti) ...kitabınızı buldunuz. Çok keyif alacaksınız.
Runik Kitap'tan çıkan "Nasıl Okumalıyız" serisinde içinde en çok beğendiğim kitap oldu. Gerçekten Kierkegaard'u okumaya başlayanlar ve okuyanlar için faydalı bir rehber. Onun kişiliğini, eserlerinde bahsettiği önemli kavramları ve yazdıkları ile neyi amaçladığını kısa ama öz bir biçimde açıklayan bir kitap olmuş. Felsefe ile Din arasındaki mesafeyi bulanıklaştırmıştır. Kendi çağının Danimarka'sından dünyaya ve Hristiyanlığa aşkın bir şekilde bakmış, ölümünden sonra etkisi Almanya'ya oradan Fransız Varoluşçulara yayılmıştır. Özellikle hakikat anlayışı, benliğe ulaşma arzusu, estetik ve etik konularında insanın ufkunu açan bir filozof.
Felsefe okumalarınızda eğer akademik kaygı gütmüyorsanız belirli bir süre sonra elinizden tüm tutunduğunuz dayanakların, ayağınızın altından bütün bastığınız zemin taşlarının kaydığı hissine kapılırsınız. Sürece dayalı bu okuma macerasında, çoğu şeyden ümidini kesmiş, beklentilerinizi yitmiş, hakikatin her ağızda başka başka biçimler aldığına şahit olmuşsanız, bireysel deneyim ve edimlerin herkesin kendisi için referans postulatı olduğuna karar vermişseniz, üzülmeyin siz postmodernizm kıskacına yakalanmışsınız demektir. Yazarımız bu kıskaca nasıl düştüğümüzü bu sürecin mihmândârı filozoflarla çok iyi aktarıyor, fakat her ne kadar kendisi için bir çıkış yolu bulmuş olsa da herkes için kabul edilebilirliği kolay olan bir kapı aralayamıyor. Nietzsche'den mülhem bir şekilde siz uçuruma uzun süre bakarsanız uçurum da size bakacaktır. Bakalım paradigmalarımız ne zaman mutmain dolu bir gökyüzünde kanat çırpacaklar? Kitabın ismini okuduktan sonra, bu kesinlikle cevaplanması gereken bir soru, çözülmesi gereken bir sorun olarak telakki eden herkese tavsiye ediyorum.