Semyon İvanoviç Aralov (1880-1969) Moskova’da büyük bir tüccarın oğlu olarak doğdu. I. Dünya Savaşı’nda, Rus ordusunda istihbarat subayıydı. 1917 Şubat Devrimi’ne cephedeyken katıldı, Ekim Devrimi’nin kadrosunda yer aldı. 1918’de Ordu ve Bahriye Halk Komiserliği Harekât Şubesi başkanı oldu. Bu istihbarat biriminin yöneticiliğini 1920’ye kadar sürdürdü. O yıl Ukrayna ile imzalanan barış antlaşmasında heyet başkanıydı. Polonya barış görüşmelerinde de aktif görev aldığında diplomatik yetenekleri fark edildi. Litvanya’da diplomatik temsilci olarak görevlendirildi. Milli Mücadele’nin ivme kazandığı ve Türk-Sovyet Rusya ilişkilerinin olumlu yönde gelişmeye başladığı 1922’de resmi temsilci olarak Ankara’ya atandı. Büyük Zafer’in kazanıldığı ve Lozan Antlaşması ile Ankara Hükümeti’nin uluslararası alanda tanındığı dönemde Ankara’da ve Anadolu’daki cephelerde ve cephe gerisinde bulundu.
Daha sonra ABD, Almanya ve Japonya’daki Sovyet elçiliklerini kurdu. Stalin’in tasfiye hareketleri sırasında 1937’de görevden alınarak Edebiyat Müzesi müdürlüğüne getirildi, 1938’de tutuklanarak üç yıl boyunca sorgudan geçirildi. 1941’de cepheye gönderildi, 1946’da on yıl kalacağı bir toplama kampına sürgüne gönderildi. Kamp dönüşü sakin bir hayat sürerken Türkiye anılarını da kaleme aldı.
Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde döğüşür, yurt için canlarını feda ederken, siz burada genç sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz. Bu asalaklarin askere alınmaları için hemen yarın emir vereceğim.
“Rauf Bey önümüzdeki görevin büyüklüğünü anlamıyordu. Mustafa Kemal, Lozan Konferansı’na gidecek heyetin başkanı olarak İsmet Paşa’nın daha yararlı olacağını kesin olarak beyan etti.”
Sayfa 181 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Hatırat ve Seyahatnameleri hem dil hususunda akıcı ve eğlenceli buluyorum, hem de o dönemin ruhunu, atmosferini, toplumun sosyolojisini, dönemin politikasını anlama konusunda çok faydalı olduğunu düşünüyorum . Bu hatırat da aynı şekilde bir izlenim bıraktı bende. Kitabı içerik olarak biraz incelemek gerekir ise:
Sovyetlerin ikinci diplomatı
Bu ülke, bu topraklar, nereden nereye geldi, ne tür mücadeleler verildi adına her Türk gencinin okuması gereken şahane bir kitap.
Türkiye 'nin kurulurken yakın tarihimize şahitlik eden Bir Sovyet(şimdiki Rusya, eski adı ile Sovyet Sosyalistler Cumhuriyetleri Birliği - SSCB) Diplomatının anılarını içeriyor.
Bunca zaman bir sürü kitap okudum ancak çevirisi ile ilgili dahi kuşku duyacağım tek kitap bu oldu. Yıllardır bir kitaba inceleme yazma gereği dahi duymadım ancak bu kadar totaliter çevirmenler ve editörler var olduğu sürece, bir edebiyat öğrencisi olarak her zaman bu despotluğa karşı çıkacağım. Çevirenler resmen politikacı edası ile çeviri yapmışlar. Dipnotlar ekleyerek kitabın yazarına resmen karşı propaganda yapmışlar. Kitapta paşalara ve Türkiye'nin politikalarına karşı eleştiri tufanı bulunuyor ancak çevirmenler hepsini sanki türk bir diplomat edasıyla kişisel algılayıp dip notlar ekleyerek bir katliama yol açmışlar. Sanırım bu kitapta Atatürk övülmeseydi, çevirenlerin ek bir kitap yazarak bunun övülmesini sağlayacağı bir durum doğradı. Bir eser ancak bu kadar mahvedilebilir. Edebiyat sorguyu ve empatiyi gerektirir ancak iş Bankası resmen kemalist bakış açısı ile olacak, olmayacaksa biz öyle yaparız mantığıyla bu güzelim eseri despot bir çizgiye çekmişlerdir. Stalin'i eleştirirken kendi eleştirdikleri totaliterizm örneğini gösteren çevirmenler bu eserin değerini düşüremeyeceklerdir.