Casiopea Tun, babasını kaybettiğinden beri, annesiyle beraber büyükbabasının evinde yaşamaktadır.Tabi buna yaşamak denirse çünkü büyükbabası, annesi onu bir hizmetçi olarak kullanıyordur ama Casiopea’nın en nefret ettiğiyse kuzeni Martin’dir.O da onu hizmetçi gibi kullanıyor, aşağılıyor ve sinir ediyordur.Derken bir gün büyükbabasının odasında, içinde ne olduğunu sır gibi sakladığı demirden bir sandık fark eder ve açmaya karar verir, karşısında ise ölüm tanrısı Hun-Kame’yi bulur.
Onu bu sandığa kardeşi Vucub-Kame hapsetmiştir ve bir gözünü, bir kulağını, bir işaret parmağını ve yeşim taşlı kolyesini ondan alıp farklı yerlere saklamıştır.Ancak bir sıkıntı daha vardır.Hun-Kame, sandığı açtığı sırada eline saplanan kemik parçası sayesinde Casiopea’nın kanından besleniyor ve tanrıdan insana dönüşüyor, Casiopea ise ölüme yaklaşıyordur.Böylece intikam yüklü, kısıtlı zaman ve arayışlarla dolu bir maceraya başlarlar.
Karakterleri sevdim ancak bir şeyler eksik gibi hissettim hep, çok durağandı.Kitabı elime alıp en fazla 50-100 sayfa okuyup geri bıraktım sürekli, neden bilmiyorum.Tasvir edilen mekanları bir türlü gözümde canlandıramadım.Karakterleri sevmiş olsam da duygusal açıdan çok donuk buldum yani bir derinlikleri yoktu bence ama bazı diyalogları var ki beni mest etti cidden.Evet güzel bir kitap ama abartılacak bir yanı yok açıkçası, okusanız da olur okumasanız da.Sonunu ise sevmedim.