Yorum

Fëanor isimli okurun asıl gönderisini gör
Yasemin okurunun profil resmi
Güzel ve ayrıntılı incelemen için teşekkürler:)) Eserin ismi Kıskançlık olsa daha yerinde olurmuş aslında. Olaylara her ne kadar Zehra’nın kıskançlığı yön verse de roman boyunca Suphi’nin merkezinde olduğu üç ayrı kıskançlık vakasından bahsediliyor. Ama yazarımız Zehra’yı uygun bulmuş, yapacak bir şey yok! Nabizade Nazım natüralist bir roman yazmaya çalışmış ama Jülide Parla’nın dediği gibi natüralizmi tam olarak anlamamış. Nabizade de diğer Tanzimatçılar gibi Tanrı yazarlığa soyunuyor ve kendini sürekli belli ediyor. Onun natüralizmden anladığı daha çok o dönemki İstanbul yaşamından ve toplumun bazı kesimlerinden gerçekçi kesitler sunmak ve onlara özgü konuşma ağzını kurgusuna dâhil etmek olmuş. Bahsettiğin cinselliğe ve şehvete yönelik cüretkâr vurguların da yazarın natüralizm yorumuyla ilgili olabileceğini düşünüyorum çünkü diğer Tanzimatçılarda durum böyle değil. Ama fark ettiysen yine de bir duygusal aşk ve şehveti aşk ayrımı yapma gereği hissetmiş. Romanın kurgusuna gelirsek. Jale Parla romanın baştan çıkarma-yoldan çıkma-evsiz kalma şeklinde ilerleyen kurgusunu Namık Kemal’in İntibah’ına benzetmiş ve çok güzel bir karşılaştırma yapmış. Gerçekten de romanın girişindeki İstanbul tasviri bile İntibah’ı andırıyor. Ancak Parla’ya göre Suphi Ali Bey’den daha iyi çizilmiş bir karakter çünkü onun kendiyle olan hesaplaşmasını Ali Bey’inkinden daha fazla duyuyoruz. Ayrıca, İntibah’da karakterlerin davranış ve tutumları Ali Bey dışında hiç değişmezken Zehra’da tüm ana karakterler durumlar karşısında devamlı (bazen tutarsızca da olsa) değişimler gösteriyor. Bir noktada Zehra’nın insanlara o kadar kötülük yaptıktan sonra intiharın günah olduğunu düşünmesini eleştirmişsin. Oysaki etrafımız böyle insanlarla dolu. İnsanları kandırıp kazıklayan insanlar içki ve faize el sürmüyor güya. Veya başkalarının hakkını yemekte beis görmeyen insanlar namaz kılıp oruç tutunca makbul Müslüman oluyor. Bu yüzden Zehra’nın düşüncesi bir çelişkiyi değil, toplumumuzdaki şekilci din anlayışını yansıtıyor bence. Diğer günahları nedeniyle sırf Müslüman olduğu için affedileceğini düşünüyor Zehra ama intihar İslam anlayışına affedilmez bir günah. Nabizade’ye kadınlara olan bakış açısı nedeniyle bayağı kızmışsın anlaşılan. Ama Dolaptan Temaşa’yı düşün mesela. O dönemin kadına bakış açısı bu zaten. Şimdiye kadar okuduğumuz tüm romanlarda kadın şöyle veya böyle hep erkeğin korumasına muhtaç veya erkeği baştan çıkaran bir varlık olarak resmediliyor. Düşünceleriyle Atatürk’ü etkileyen Namık Kemal’de bile bu böyle. O yüzden Nabizade’ye ayrı bir yere koymuyorum bu noktada. Romanın sığ bir düşünsel yapısı var haklısın ama yine de Nabizade kendince bazı dersler vermeye çalışmış bence. Birincisi İntibah’ta olduğu gibi yolunu kaybedenin her şeyini kaybedeceği veya Jale Parla’nın deyimiyle lezaiz-i süfliyye tutsaklığının sonundaki bimekanlık). Bir diğeri bir kalpte yalnız bir kişiye yer olduğu, fazlasının felaket getireceği. Bu anlamda roman bana “Üç Kalp” şarkısını hatırlattı:D:d Bu şarkı Zehra'dan Suphi'ye gelsin bence: youtube.com/watch?v=TpX60m9...
Fëanor okurunun profil resmi
Romanda kıskançlık olgusu da ayrıntılı bir şekide anlatılmıyor. Sadece Zehra'nın kıskaçlığı belirtiliyor ve kurgu oluşturuluyor, daha sonra yeni kıskançlıklar oluşuyor. Nabizade Nâzım bu konuda da biraz sönük kalmış. Şehvet konusunda Jale Parla'nın ve senin bu yorumları getirmene şaşırdım. Jale Parla bazı yorumlarında romanı öyle bir dolduruyor ki romana ''peluş oyuncak'' diyesimiz geliyor. Her ne kadar çok iyi eleştirileri olsa da bu noksanlığı yok değil. Cervantes şehvet ayrımını Suphi gibi gençlerden yola çıkarak, saçma bir kurgu oluşturmadan, gayet güzel yapar: ''Delikanlıların aşkı çoğu kez aşk olmayıp şehvet olduğundan, haz elde edildiği an biter. Ve aşk gibi görünen şey, mecburen söner, çünkü tabiatın koyduğu sınırı geçemez, oysa tabiat gerçek aşka bu sınırı koymamıştır.'' Nabizade Nâzım'ın romanda takındığı durum hoş değil. İncelememde de belittiğim gibi kadınları ''erkeklerin kucağına atılan, baştan çıkaran'' olarak nitelendiriyor ve erkekleri de avare gibi gösteriyor. Sırrıcemal'in ''âşıkane cilveleri'' ve Zehra'nın Suphi'nin kollarında ''güvende'' hissetmesi garip bir durum. Suphi'nin ''sanki göğsünü açmış, kendisini bekliyormuş'' gibi Zehra'yı görmesi zaten romanın ne kadar rahatsız edici bir yapıya sahip olduğunu gösteriyor. Bir kadın olarak Jale Parla'nın bile yeteri kadar tepki vermemesi, hatta desteklemesi beni şaşırttı desem yeridir. Ki, bence bunun natüralizm ile alakası yok. Emilé Zola da natüralisttir (öncülerindendir) ve böyle saçma cinsel örnekler vermez. Diğer natüralistler de vermez (Sadece kısmen Maupassant verir). Yani Nabizade Nâzım'ın bu durumu kendi romancılığının noksanlığıdır. Şehevi aşk ile duygusal aşkı açıklaması da çok üstünkörü, ki, bunu açıklayıp Suphi'yi ''zavallı'' olarak gösteriyor. ''Kadın gönlü oyuncak değildir'' deyip bu durumlara başvuruyor. Ayrıca Suphi'nin aşkını şehevi bir aşk olarak da nitelendirmiyor. Ötekileştiriyor sadece. Evet, Jale Parla'ya göre Suphi daha iyi çizilmiş bir karakter, ama ben buna katılmıyorum. Zaten, bazı örnekleri iyi ama, bazı örnekleri tatmin edici değil. Peki neden? Suphi Bey ''kendini zevkine kaptırmış'', hedonist bir adam. Düşünsel açıdan derinliği yok. Roman boyunca zevkinin peşinden gidiyor ve mahvoluyor. Zehra'ya ''kavuşuyor'', Sırrıcemal'e ''vuruluyor'' ve son olarak da Ürani'ye ''takılı kalıyor.'' Roman boyunca bir ''zavallı'' olarak gösterilen Suphi'nin devinimleri çok yok. Sadece ara sıra Zehra'yı düşünüyor, onlara üzülyor ama bu da pek inandırıcı değil; çünkü kendini o kadar çok kaptırıyor ki, bunun gerçeküstü bir şey olduğunu kabul etmemek ve bu kişiye ''eğitimli'' demek kadar ilginç bir şey olamaz herhalde. Ali Bey ise bastırılmış duyguları olan bir karakter. Bu yüzden önce Mehpeyker'e kendini kaptırıyor, sonra aptallığından kahroluyor, ''işsiz güçsüz'' oluyor ve sonda da bir katile dönüşüyor. Hem karakter devinimi açısından, hem de düşünsel derinlik açısından Ali Bey çok daha kaliteli bir karakter. O, uyanışını tamamlamamış, zevkine kendini bilmeden teslim olan birinin yaşadığı durumları simgeliyor, işte bu yüzden özel bir karakter. ''Bilinç ve farkındalık'' denen şeyin, ''düşünce'' denen şeyin ne kadar önemli olduğunu kanıtlıyor. Başkarakter değil de, yan karakterlerin ruhsal devinmleri açısındansa Zehra romanı daha iyi. Zehra'nın sondaki tutumuna farklı bir bakış açısı getirmişsin, tabii ki düşüncene saygı duyarım. Kitapları iyi yapan şeylerden biri de okuyucunun yorumlarıdır. Ben de bunu yaparım, Jale Parla da, Terry Eagleton da, Mina Urgan da, Henri Troyat da, Park Honan da yapar. Örneğin Park Honan, Shakespeare'in Yanlışlıklar Komedyası'na farklı bir yorum getirmişti ve demişti ki: ''Komik olmakla birlikte, Yanlışlıklar Komedyası bazı yönleriyle, kendini tanımaya çalışan ehliyetli bir yazarın huzursuz edici bir eseri.'' Bu yorumdan sonra kitaba olan bakış açım değişti. Shakespeare bunu bilinçli mi yapmıştı dersin, bilinçsiz mi? Ama gerçekten de bu yorumdan sonra oyun daha da iyileşti. Bu gibi yorumlar kitaplara olan bakış açımızı değiştirebilir. Örneğin ben de Zehra'nın bu tutumunu, dini görüşüne bağlayıp Raskolnikov'la bile karşılaştırmayı düşünmüştüm. Raskolnikov da ''insanın tutarsızlığının'' vücut bulmuş haliydi; insan hiçbir zaman tutarlı bir varlık değildir ve Suç ve Ceza da bunun somut örneğidir. İnsan hiçbir zaman ''içi dışı bir'' olamaz. Ama, sana sorarım, sence Nabizade Nâzım bunu bilinçli bir şekilde mi yapmıştır? Dostoyevski'yse bunu bilinçli bir şekilde yapmıştır (taslaklarında ve günlüklerinde görülür) ve bu yüzden ekstra değerlidir. Artık bu durumun da özel olup olmaması sana kalmış. Biinçli yapmışsa bile düşünsel bir sorun var ortada: Benim bunu eleştirmemin sebebiyse, Zehra'yı bir ''vahşi'' olarak nitelendirip daha sonra ''dini duygularla yoğrulan'' bir kadın olarak göstermesiydi. Yoksa tabii ki de insanlar bu devirde her türlü pisliği yapıyorlar. Romanın yapısı, işleyişi iyi olsaydı ve tutarlı olsaydı, kesinlikle Zehra'nın bu görüşü çok kaliteli olurdu. Ama bu tutarsızlıklar ve işleyişteki bozukluklar hem yapıyı, hem de karakterleri bozuyor. Ayrıca Zehra'nın kişiliğini Nabizade'nin ilginç bir şekilde yansıtmasına sebep oluyor. ''Çırpınıyor, tepiniyor ve çıldırıyor.'' Bu da ''günahı'' düşünmesini absürtleştiriyor. Bu ''dönem'' konusu çok önemli bir konu ve kendi düşüncelerimi tam olarak anlatamadığımı düşünüyorum. Ben Namık Kemal'in kadınlara bakış açısını beğenmezken neden İntibah'ı çok beğendim? Ya da Ahmet Mithat'ın kadınlara bakış açısını kısmen beğenmezken bazı romanlarını çok beğendim? Çünkü o romanlarının sadece bir bölümü ve belli bir kısmı kadınları hedef alıyor ve eleştiriyordu. Romanın hepsinde kara bir leke yoktu (Ama Dolaptan Temaşa'da ve Şeytankaya Tılsımı'nda bu ''kara leke'' vardır). İntibah romanı iyiydi, çünkü insanın uyanışının ve farkındalığının ne kadar önemli olduğunu inceliyor, ''işsiz güçsüz'' insanları irdeliyordu. ''İşsiz güçsüz'' insanlar ile Peçorin'e ve Stavrogin'e yapılan atıflar bile değerliydi. Bu açıdan muhteşem olan romanın kadınlara bakış açısı tabii ki kötüydü ve Mehpeyker'e kulak vermiyordu. Henüz 17 Yaşında'da ahlaki konuları ele alan Ahmet Mithat, kadınları ''kurtaran'' erkeği gösteriyordu. Ama yine de Kalyopi'ye kulak veriyor, Diriliş'teki Maslova karakterine selam çakıyordu. En azından bu insanların da bir vicdanı olduğunu, onlar istediği için oraya gitmediğini gösteriyordu. Her ne kadar ''kurtarıcı'' olarak erkeği gösterse de bu açıdan Ahmet Mithat'ın takdir edilesi bir duruşu vardı. Ayrıca Felâtun Bey İle Râkım Efendi'de de çalışkanlığın ve azmin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor, alafrangaları kıvrak zekâsıyla yeriyordu. Her ne kadar burada da kadınları ''kurtaran'' erkek olsa da belirttiğim açılardan bu roman gayet iyiydi. Zehra romanındaysa ana konu kadın-erkek ilişkileri ve kadınları aşağılama, cinsel yönleri öne sürme olduğundan, romanın başka hiçbir konuya değinisi olmadığından kötü bir romandı. Sırrıcemal ''cilve yapıyordu'', Ürani bir ''fahişe''ydi ve Zehra da Suphi'ye ihtiyaç duyuyordu. İncelemede de belirttiğim gibi, Zehra'yı bir ''vahşi'' olarak gösteren Nabizade Nâzım, Suphi'nin kadınlar üzerinde baskısını abartılı biçimde ele alıyordu. Onun yüzünden iki kadın da intihar ediyordu (Zehra'nınki ''kısmen'' intihar). Bu konuda Zehra romanının neden kötü olduğunu ve ''dönem''le tabii ki ilgisi olduğunu fakat diğerlerinden ayrıldığı noktayı umarım anlatabilmişimdir? Son olarak söylemek isterim ki, elbette bir romancı bir şeyler anlatmaya çalışacak, ''roman'' denilen şeyin de romancının okura düşünce ve görüş aktarımı yapması değil midir? Bir şey anlatmaya çalışmazsa romanın ne önemi kalır? Bu yorumun biraz ilginç kaçtı sanki? :) Jale Parla'nın benzetmesini çok hoş bulmuştum, her ne kadar romanı sevmesem de. ''Üç Kalp'' şarkısı için de teşekkür ederim. Öneri vereyim bu konu hakkında: İlk önerim, üçlü bir ilişkinin kaliteli karakterlerle donatıldığı Dostoyevski'nin ''Ezilenler'' romanı. Ezilenler romanının bir üst basamağı da, Dostoyevski'nin olgunluk dönemi eserlerinden olan ve sana da anlattığım ''Budala'' adlı eseri. Bunları okursak eminim Zehra romanından çok çok daha verimli olacaktır. Zehra romanının düşünsel yapısı düşünmeden okuyan okurlara zarar verebilir, incelememde de belirttiğim gibi, bu açıdan dikkatli olmalıyız bence. Ben incelememin roman hakkındaki düşüncelerimin algılanmasında yeterli olacağını düşünmüştüm, yanılmışım. Teşekkür ederim değerli yorumun için. :)
Yasemin okurunun profil resmi
Seni anlamıyor değilim ama fazla hissi yaklaşıyorsun. Nabizade Nazım'a biraz fazla yüklenmiyor musun sence? Adamın zor bir hayatı olmuş ve genç yaşta ölmüş. Zaten tek romanı bu ve üzerinde de fazla çalışamamış. Dediğin sorunlar var evet ama okuyucu da o kadar aptal değil bence. Suphi'yi zavallı göstermeye çalışmış diyorsun ama ben hiç Suphi'ye acımadım, çoğu kişinin de acıyacağını sanmam. Ürani zaten Felatun Bey ve Rakım Efendi'deki Agavni karakterinin aynısı. Zehra ve Sırrıcemal de diğer Tanzimat romanlarından çok farklı kadın profilleri çizmiyor bence. Bunun romanın belli bir kısmına veya tamamına yansıtılması arasında da pek bir fark yok kanımca. Son olarak şunu da söyleyip lafımı noktalayayım. Zehra Suphi'ye intikam planı hazırlarken çok haklı gerekçeleri olduğunu düşünüyordu. İnsanlar yaptıkları kötülükleri içlerindeki mahkemede aklarlar, aksi takdirde ya vazgeçer ya da çıldırırlardı. Nabizade bunu bilinçli mi yapmış bilmiyorum ama bence Zehra bu anlamda gerçekçi bir karakter. Her konuda aynı düşünmek, her şeyi aynı şekilde algılamak zorunda değiliz değil mi?Bence Zehra'yı burada bırakalım, önümüzdeki okumalara bakalım.;)) * Bu arada bence kitapta göğüsten kasıt bağır, sine.
Fëanor okurunun profil resmi
Hissi yaklaşmaktan ziyade, akılcı yaklaşıyorum. Eğer akılcı yaklaşmasaydım Ahmet Mithat'ın, Namık Kemal'in ve diğer Tanzimat Dönemi yazarlarının kadınlara bakış açısını görmezden gelebilirdim. Evet, Nabizade Nâzım genç yaşta ölmüş ve romanının düşünsel yapısını tam olarak oturtamamış. Ama sence bu bir mazeret olabilir mi? Örneğin Dostoyesvki de ''Kumarbaz'' adlı romanını 29 günde yazar ve roman gayet iyi bir romandır. Her ne kadar Nabizade Nâzım'ı Dostoyesvki'yle karşılaştırmam doğru olmasa da, düşünsel yapısı bakımından örnek verdim sadece. Ayrıca, yaşın ya da erken yaşta ölmenin edebi dehaya karşı olduğunu düşünmüyorum. Bunu edebiyat tarihinde de görüyoruz. Ayrıca her kitaba ''fazla yüklenme'' ideolojisiyle yaklaşırsak ''kötü kitap'' olarak nitelendireceğimiz hiçbir kitap olmaz diye düşünüyorum; çünkü dönem, yazarın kendisi ve koşullar elbette ki sıkıntı çıkarıyor, bazen bunların dışında, akılcı yaklaşmalıyız kitaplara. ''Dönem böyleydi'', ''yazar genç yaşta öldü'', ''bunu demek istememiş'' gibi düşüncelerin ardına sığınırsak, iyi kitapların hem hakkını yemiş oluruz, hem de hiçbir kitabın kötü niteliği ya da noksanlığı olmaz. Okuyucu zaten aptal değil... Sence ben incelememde okuyucunun aptal olmasına mı yakındım, yoksa Nabizade Nâzım'ın böyle bir tutum takınmasına mı? Yoksa sen de, ben de ve çoğu okur da Suphi'ye acımamışızdır. Bir roman yazarın şekillendirdiği ve yansıttığı kadar iyidir. Eleştirmenler de bunun dışına çıkamaz. Nasıl ki biz Namık Kemal'in Mehpeyker'i ele alış şeklini eleştiriyorsak ve bu belliyse, ben de Nabizade Nâzım'ın bu tutumunu eleştirdim. Ayrıca nasıl ki Victor Hugo ''Zarafet ve derinlik, işte kadın budur; işte cennet budur,'' diyorsa, Nabizade Nâzım da bu tutumu takınıyor (Ki, Sefiller 1862'de, Zehra'ysa 1896'da yayınlanıyor). Nabizade Nâzım'a göre Suphi ''eğitimli''dir (bu aslında normaldir), ''yaklaşan fırtınaya karşı siper göremez'', ''mazi''yi düşününce üzülür ve kadın gönlünü kesinlikle oyuncak etmez. Ben Nabizade Nâzım'a kesinlikle laf etmiyorum, sadece onun yetiştiği döneme ve kitapta yansıttığı düşüncelere laf ediyorum. Yani Nabizade Nâzım'a değil, romana yükleniyorum. Nasıl ki Mehpeyker'in kötü biri olması ve kötü bir ortamda yetişen birinin böyle olması normalse, bu da gayet normal. Ama şu var ki, bu kitabın kötü olduğu ve toksik şeyleri yasıttığı gerçeğini değiştirmiyor, tıpkı Mehpeyker'in kötü bir ortamda doğması onun kötü biri olduğu gerçeğini değiştirmediği gibi. Nasıl ki Şeytankaya Tılsımı'na ya da Shakespeare'in Hırçın Kız'ına aynı nedenden ötürü ''kötü'' diyorsak, Zehra'ya da diyoruz. Bence Tanzimat romanlarından çok farklı karakterler çiziyor. Evet, Agavni Ürani'ye benziyor. Senin dediğin gibi Agavni karakteri Felâtun Bey ile Râkım Efendi'de değil, Henüz 17 Yaşında'da vardı, karıştırdın herhalde. Kalyopi'nin arkadaşıydı ve Ahmet Efendi'nin arkadaşı da ondan hoşlanıyordu. Fakat şu da bir gerçek ki ''kadın'' olarak Mehpeyker, Refet, Mehabe, Fehame ve Canan gibi karakterler var. Bu karakterler Ürani'den de, Sırrıcemal'den de daha ''gerçek'' karakterler; çünkü hayatın akışına hiçbir maddi ya da manevi bir dert olmadan kendilerini bırakmıyorlar, tersine, oldukça temkinliler. Bunu da göz ardı etmemeni öneririm. Zehra'ysa Suphi ve diğer karakterlere göre daha gerçekçi fakat yine de onun da insana çok büyük tesiri olmuyor, fakat sana tesiri olmuş olabilir tabii. Bu arada ben orijinal metne de baktım (Can Yayınları'na), orada da ''göğüs'' olarak geçiyor. Nabizade Nâzım'ın bundan kastı tartışılabilir. Ama tabii okuyucular farklı kanılar öne sürebilir. Ben olsam ''kollarını açmış'' derdim, eğer dolaylı yoldan bir şey anlatmıyorsam. Ki, roman sadece bu yönden kötü değil, sadece bir alıntıyla da kötü olmaz. Diğer sebepler ve bu alıntı romanın gidişatını ve düşünsel yapısını çok daha efektif bir şekilde etkiliyor. Romanı dönem ekseninde ele almak çok önemli ama bazen de "genel olarak roman" ekseninde ele almak önemli. Roman eleştiri kuramında da var bu. Yoksa, daha önce de dediğim gibi, hiçbir kitabın kötü niteliği olmaz. İkisini de düşünüp ortak paydada ele alınca eleştiri daha kuvvetli oluyor. Ben romanı beğenmeme sebeplerimi uzunca öne sürdüm, açıklayabildim diye düşünüyorum. Tabii ki sen romanı beğenebilirsin, buna bir şey diyemem. Hem hayatı da tatlandıran farklı düşünceler değil midir? İnsan gerçeğe diyalektikle daha da yaklaşır. Teşekkür ederim. :)
Yasemin okurunun profil resmi
Ben romanı beğendiğimi söylemedim bu arada, sadece objektif bakmaya çalışıyorum.:)) Felatun Bey'deki bahsettiğim karakter Polini'ydi, adını yanlış hatırlamışım. Nabizade'den önceki romanlarda kadın karakterler daha genel bir profili yansıtıyorlardı, tüm iyi özellikler bir kadında tüm kötü özellikler başka bir kadında toplanıyordu. Zehra'da ise kadın karakterler daha kendine has, daha kişisel olarak ele alınmış. Bir mesaj önce söylediğimle çeliştiğimin farkındayım ama seninle olan tartışmamız aklıma böyle bir fikir getirdi ve bu daha doğru geliyor şimdi bana. Belki de onun başardığı şey benim yeni fark ettiğim ve senin de sevmediğin şeyde yatıyor: Öncekilerden farklı, daha kendine has karakterler çizmek.
Yasemin okurunun profil resmi
Fëanor
Fëanor
Amma tartışmışız bu incelemenin altında.:D Yeniden okuyunca çok hoşuma gitti.:)
Fëanor okurunun profil resmi
Yasemin
Yasemin
Çok da güzel tartışmışız ama. Hey gidi günler hey... :) İleride yeniden uzun uzun tartışmak dileğiyle. 🥲
Yorum yapabilmek için giriş yapmanız gerekmektedir.