Hüseyin Rahmi Türk edebiyatının en orijinal simalarından biri. Onun sosyal hicivlerini okumaktan her zaman hoşlanmışımdır. Gulyabani de bu sosyal hicivler arasında kurgusal anlamda en başarılı olan romanlardan biri. Hüseyin Rahmi bu romanında Türk toplumundaki yerleşik batıl inanışların mizahi bir üslupla taşlamasını yaparken trajikomik bir hava yakalıyor. Toplumcu ve eğitici yönü baskın olan yazar eser boyunca anlattığı korku dolu, paranormal olayları son bölümde mantık çerçevesine oturtarak söz verdiği gibi "yirminci medeniyet yüzyılının zihinler için seçtiği akla uygun sınırlar içinde" açıklıyor.
Olaylar kış vakti bir tandırın etrafında toplanan kadınlara Muhsine Hanım adlı yaşlı bir kadın tarafından hikaye ediliyor. Hüseyin Rahmi'yi yeterince tanıyanlar hikaye anlatıcısı yaşlı kadınların ve onların sohbet ortamlarının ne kadar ilginç olduğunu bilirler. Muhsine Hanım'ın anlattıkları gençliğinde hizmetçi olarak bulunduğu şehre uzak bir köşkte geçen cin, peri, gulyabani gibi varlıkların neden olduğu gizemli olaylardır. Bu köşkte herkes aklını oynatacak kadar bu varlıkların tahakkümü altına girmiş, bu inanışları köşkü tekinsiz bir yer haline getirmiştir. Besledikleri kedi ve köpeklerin - ki isimleri Şah ve Şeytan- bile ecinni olduğuna inandıklarından kendilerini koruyabilmek için çeşitli yöntemlere başvururlar: eşik atladıkça "destur" demek, incir ağacına şerbet dökmek, mavi giymemek, uyurken saç örgülerini çözmek gibi. Daha da sayamadığım pek çok absürt önlem mevcut. Yerli hayatımıza ait ironik metinler okumak isteyenlere Hüseyin Rahmi'yi ve "Gulyabani"yi şiddetle tavsiye ederim.