Temmuz 1943'te ise Sicilya, Çöl Harekatı'nda kazandıkları başarının ardından Müttefiklerin Mihver kuvvetlerinden aldığı ilk toprak parçası oldu.
Sayfa 27 - Boğaziçi Üniversitesi YayınlarıKitabı okudu
Irkçılık-Turancılık Davası ve Dış Politika: Hem sanıklar, hem de birçok araştırıcı, Irkçılık-Turancılık Davası'nı, hükümetin dış politikasıyla ilişkili saymışlardır. Reha Oğuz Türkkan, yabancı araştırıcıların ve basının bu yöndeki görüşlerini aktarır: "Prof. Edward Weisband, 1974'te yayınlanan '2. Dünya Savaşında İnönü'nün
Reklam
1943-5 yıllarında Amerikalı askerler espresso'yu sıcak su ile karıştırıp alıştıkları kahve tadına ulaşmaya çalıştılar.
Sayfa 304Kitabı okudu
Irkçılık-Turancılık Davası'nda yargılanan 23 sanıktan hiçbirinin, Almanların Pan-Türkçü propagandasıyla ilgisi ispatlanamamıştır. Atsız daha 1943'te yazdığı En Sinsi Tehlike kitapçığında faşistlik ve Alman ajanlığı iddialarını şiddetle reddeder. Özdoğan'ın da belirttiği gibi, Pan-Türkçü politika konusunda “Alman yetkililerle olan ilişkileri Türk resmi çevrelerinin meçhulü olmayan birkaç yarı-resmi Türk şahsiyet" yürütmüştür (Özdoğan 2001: 126). Özdoğan'ın eserinin "Alman Propagandası" başlıklı bölümünde (s. 145 vd.), Almanlarla teması olan veya Almanya lehinde bulunanlar ayrıntılı olarak anlatılır. Bunlar arasında 23 Türkçü sanıktan hiçbiri yoktur.
1943 yılında Atsız yeniden dergi çıkarmaya teşebbüs eder. Atsız Mecmua'nın devamı olacak olan dergi Türk Sazı adını taşıyacaktır. İmtiyaz, Nejdet Sançar'ın eşi Reşide Sançar adına alınmıştır. Bayilerle anlaşmaları yapılan, Tasvir ve Cumhuriyet gazetelerinde ilanları çıkan dergi 15 Mayıs'ta dağıtıma verilmek üzere 14 Mayıs'ta
Atsız'ın 01 Ağustos 1943'te yazdığı En Sinsi Tehlike adlı broşür de Türkçüleri ve kendisini faşist ve Almancı olarak itham eden En Büyük Tehlike adlı broşüre cevaptır. En Büyük Tehlike, Faris Erkman imzasını taşıyordu ama Reşat Fuat Baraner tarafından yazılmıştı. Atsız'ı ve Türkçüleri, Sovyetler'deki Türkleri esaretten
Reklam
Atsız'ın bu yıllardaki kalem kavgalarından biri de Reha Oğuz Türkkan'la yapılmış olan kavgadır. Türkkan daha lise öğrencisi iken Gürem adlı gizli bir örgüt kurarak bazı gençleri çevresinde toplamış, 1938 sonundan itibaren çıkardığı Ergenekon ve Bozkurt dergileriyle, 1940'ta yayımladığı Türkçülüğe Giriş kitabıyla genç yaşta belli bir
1939-1942 yıllarında Atsız'ın en sık görüştüğü isimlerden biri hiç şüphesiz Doktor Rıza Nur'dur. Atsız, aynı zamanda Tanrıdağ dergisinin idarehanesi de olan Rıza Nur'un Taksim'deki apartman dairesine sık sık gidiyordu. Atsız'ın Çınaraltı dergisine de ara ara uğradığını biliyoruz (Atsız 1943: 15). 1940ʻların ilk yıllarında Atsız'ın sık görüştüğü isimler arasında İsmet Rasin Tümtürk ile Nurullah Barıman da vardır. Hatta İsmet Rasin'in otomobiliyle birlikte gezintiye çıktıkları da oluyordu (Atsız 1943: 17).
Bir zamanlar gazetecilik yapan Joseph Goebbels savaş sırasında basının bağımsızlığını kaybetmesi hakkında günlüğüne (14 Nisan 1943) şunları yazmıştı: "İçinde biraz onur kırıntısı kalan herkes gazeteci olmamak için büyük çaba sarf edecektir".
Pan Yayıncılık
Bazen sorunun cevabı yıllar önce verilmiştir... 1943
Dünyada mutluluk olamaz diyen insanları düşünüyordum. Yaşamakta bir neşe bulabilmek için nasıl çabalıyorlar. Bak ne mücadeleler veriyorlar. Bir canlı yaratık neden acıyla yaşasın. Bir insanın kendi sevinci dışında herhangi bir amaç için yaşaması kim, ne hakla isteyebilir? Her insan onun peşindedir. Vücudunun her zerresi onu ister. Fakat hiç bulamıyorlar işte. Acaba neden? Sızlanıyorlar, hayatta bir anlam bulamadıklarından yakınıyorlar... Daha yüksek bir amaç, evrensel bir amaç arayanlar, ne için yaşayacaklarını bilemeyenler 'kendimizi bulmalıyız ' diye inleyip duranlar... Hayatın anlamı "dünyanın sana sunduğu malzeme ve senin ondan yapabileceklerin..."
Reklam
9 Eylül 1943'te, faşizmin yıkılışıyla birlikte, bu kez Kuzey İtalya'da Alessandria'da Almanlar tarafından esir edildim. Onlar hesabına çalışmak istemediğimden, Polonya'daki bir toplama kampına gönderildim. Birçok Alman toplama kampını dolaştım. 1945'te bulunduğum kamp İngilizlerin eline geçti, beş ay sonra İtalya'ya gönderildim. Esirlikte geçen günlerim, hayatımın en yoğun çalışma dönemi olmuştur. Canlı kalabilmek için elimden gelen her şeyi yapmam gerekti. "Beni öldürseler bile ölmeyeceğim" diye özetleyebileceğim bir programa kesinlikle kendimi vererek başarıya ulaştım. (İnsan kırk beş kiloluk bir kemik torbasına dönüşür; üstelik bit, tahtakurusu, pire, açlık ve hüzün de buna eklenirse canlı kalmak kolay değildir.) İtalya'ya döndüğümde, birçok şeyi, özellikle de İtalyanları değişmiş buldum. Bu değişiklik iyi yönde mi olmuş yoksa kötü yönde mi diye öğrenmek için oldukça uzun bir süre çaba harcadım. Sonunda hiç değişmediklerini anlayınca, öylesine üzüldüm ki evime kapandım.
Muhaddere N. Özerdim'in 'Çin'İn Şimalinde Hanedan Kuran Türklerin Şiirleri' başlıklı araştırması, edebiyat tarihimizin erken ufuklarını bize gösterdi, ama Türk edebiyatının ilk dönemleriyle ilgili bilimsel incelemeler ve önemli buluntular, o makalenin yayımlandığı 1943 yılından bu yana pek gelişmedi. Reşit Ahmet Arat'ın Eski Türk Şiri adlı kitabı bu alandaki en göz doldurucu eserdir.
Her defasında Himmler'den Yahudiler hakkında aşırı kindar sözler işitiyordum. Onları zalimlikle itham ediyor -ki Yahudiler kendilerini zulme uğrayan halk olarak görmekteydi- onları savaş çıkarmakla, bencillikle vb. şeylerle suçluyordu. Yahudilerin önceki savaşta Almanya'ya verdiği zararların büyüklüğünü açıklıyor ve onların savaş ateşini yaktıklarını ve sonra da kendileri hiçbir kayba uğramadan, çıkardıkları savaşı maddi çıkarları için istismar ettiklerini anlatıyordu. "Bundan dolayı biz bu savaşta onlara geçmişte yaptıklarının karşılığını ödetmeyi planladık. Şu ana kadar üç milyon kadarını yok ettik" (Bu konuşma 1943 yazında cereyan etti)
Ocak 1943'teki Casablanca Konferansı'nda, Hava Kuvvetleri Ko­ mutanı Lord Portal, Britanyalıların ve Amerikalıların 4000-6000 arasında ağır bombardıman uçağından oluşan ortak bir kuvvet oluşturmasını önerdi. Lord Portal böyle bir kuvvetle "ateş fırtı­ naları" yaratılarak altı milyon Alman evinin yok edilebileceğine, 900.000 Alman sivilin öldürülebileceğine ve bir milyon kişinin de yaralanabileceğine inanıyordu.
Bu sırada Kızıl Ordu, Doğu Av rupa'yı aşarak Almanya'ya geli­ yordu. 25 Ocak 1945'te Lordlar Kamarası'nda konuşan Lord Ad­ dison diyordu ki: "Rusların ne kadar ilerleyeceği görülmeyi bekliyor. Çok geçmeden kısmen erzak sağlamanın zorluklarından dola­ yı kısmen de bir yerde toplanılması sebebiyle, Ruslar şimdi
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.