Savaştan kaçarak eşiyle birlikte İsviçre'ye gelen Ferdinand, bir gün gelen mektupla cepheye çağrılıyor. Savaştan kaçıp taa İsviçre'ye gelmiş, kendisine yeni bir hayat kurmuş, vatansever de değil üstelik, tek bir kez bile vatanı için savaşmak zorunda olduğunu düşünmüyor. Ancak üstünde deli bir güç ve baskı hissettiğinden gitmeye mecbur olduğunu söylüyor. Bu olağanüstü baskı şuurunu kaybetmesine neden oluyor neredeyse, bilinçsiz hareketler sergiliyor, doğru düzgün düşünemiyor. Her fırsatta gitmek istemediğini, mecburen gitmesi gerektiğini dile getiriyor karısına, gerçekten de istemiyor gitmeyi...
Kitap boyunca bu gücün kaynağı ne olabilir ki, düzgün bir mantık çerçevesinde yazılmamış kitap, bir temeli olmalıydı bu mecburiyet hissinin diye kıl kaparak okudum. Kitap bitti, aradan saatler geçti ve bu incelemeyi yazarken kendimi sorguladım. Acaba mecbur olmadığım halde yapmak zorunda hissettiğim bir şey var mı diye? Cevabım neyse ki hayır. Fakat bunun cevabını tam olarak bilebilmek mümkün mü acaba? Çünkü -okuduğum kadarıyla- bir çakmak ateşi yanmadan bilincine varamadığın bir mecburiyet hissi bu. Bilinçli günler dileğiyle...