Aslıhan

Aslıhan
@Aslihangndgd
Kaybetmek her zaman en kötüsü olmayabilir. Bazen sevmek ve sevilmek, yitirmekten daha çok acı verir. Yarının kapısına beklentilerimizle bir alacaklı gibi dayanmak hayal kırıklığı yaratır.
Reklam
Bazen öyle bir şey olur ki en korktuğumuz olay başımıza gelir ama bundan tuhaf bir huzur duyarız. Biran tüm duygularımızı unuttuğumuzu ya da birbirine karıştırdığımızı, acı çekmeyi huzur sandığımızı düşünürüz. Oysa bu gerçek bir rahatlama halidir. Çünkü en kötüsünün başımıza gelenler değil korkunun kendisi olduğunu fark etmişizdir. Tadı değişik bir hissizlik yaşarız. Sevilme kaygılarımız, memnun etme çabalarımız, kaybetme korkularımız, suçluluk duygularımız dinmiştir. Onaylanıyor muyum, hata yapıyor muyum, kurallara uyuyor muyum diye endişelenmek rezil oluyor muyum ya da rezil ediyor muyum diye utanmak bitmiştir. Yarının bizden beklentisi devam etse de bizim yarından beklentimiz gitmiş, özgürlük gelmiştir.
‘Her şeye rağmen’ yaşamda kalma becerisi kazanmak meğer bu uzun yol koşusundaki yarışta büyük ödülmüş.

Reader Follow Recommendations

See All
Yaşamlarımız için biçtiğimiz değerler sözün bittiği yerdeki kelimeler kadar güdük kaldıkça sevgiyi ve dostluğu bitirenin sadece ölüm olmadığını öğrendik. Artık şaşırabileceğimiz bir şeyin kalmadığını sandıkça insana dair bir başka hıyaneti görüp yaşama küsmeye yeltendik. Ama gördük ki küsmemiz evrenin umrunda bile değil. Çaresizce doğrulup, hayal kırıklıklarımızı yerden toplayıp elimizde kalan parçalarla büyümeye yöneldik.
İlişikiler stratejileri er geç kusar, sindiremez.
Reklam
Aşk, doğaçlama oynamamızı ve sahici olmamızı gerektirirken doğru sandığımız yanlışları uyguladığımız için katledilir.Aşk bir saha çalışması ya da bir uygulama alanı değildir. Sonunu tayin edebileceğimiz, yönlendirebileceğimiz, toplumun beklentilerine indirgeyebileceğimiz bir olgu hiç değildir. Biz aşka karar veremeyiz, aşk bize karar verir. Biz ancak evliliğe karar verebiliriz ve bu ikisi çok farklı şeylerdir.
Başkalarına borçlu hissetmemek için kendinden alacaklı olarak yaşamaya devam eder. Vicdan ancak başkaları ve kendimiz arasında adaletli bir şekilde dağıttığımız zaman makul dozdadır. Ötekilerden yana fazla kullandığımızda kendimize karşı vicdansız olmak zorunda kalırız.
İlişkilerde istila edilmek her zaman gözle görülür bir şiddet vasıtasıyla gerçekleşmez.
Evliliğin bizi yetiştiren ailemiz için en güzel hediye olduğunu dinlerdim. Bir kadın için adeta onu topluma ve diğer tüm kadınlara karşı onurlandıran, üstün kılan altın taç.
Ben Kaş’ta yaşarken dalış yapardım sıkça. Hiçbirmiz denizde vurgun yemedik başka birinden yediğimiz vurgun kadar. Evet bence doğa insan ilişkilerinden daha güvenli.
Reklam
İlişkilerde takmadığım emniyet kemerini uçakta takarken kendimizi ilişkilere öyle korkusuzca nasıl teslim ettiğimizi düşünüyordum. Niye ki? Bir ilişki gökyüzünde bir uçakta salınmaktan daha mı güvenli sanki?
Bağlanmayı bilmek kadar ayrılmayı bilmek de gelişmiş bir ruh öğesidir. Üstelik pek çok kişi gerçek karakterini ayrılma stilleriyle gösterir. Başka hayata geçiş yapmaya her iki insanın da hakkı ve haddi olduğunu düşünmek, ötekinin yaşamına duyulan saygının en belirgin göstergesidir.
Bana, “Şuradan gitsen daha iyi, buradan yapsan böyle kazançlı,” diye önerilen yollarda çok tökezledim. Dayatılmış rollerde her seferinde repliğimi unuttum. Kendim yazıp, oynayıp, sonuçlarına katlandığım her yolda geliştim. Geliştikçe daha iyi bir kişi oldum. Seni de kendi kişiliğinle hayatımda istiyorum. İnanmış, çabalamış, belki yılmış ama yok olmamış, savaşmış, gelişmiş, çalışmış kişiliğini; benim şekil verdiğim heykeli değil senin özgün eserini istiyorum.
Ayrılabilmek gerçekten sevebilmiş olmanın en büyük göstergesidir.
Kendi kişisel meselelerimizi içimizde tamamlayamadığımız için ve intikamımızı, öfkemizi, ezilmişliğimizi, yenilgilerimizi birbirimiz üzerinde denemek için gelmedik birbirimizin hayatına. Kendimi taşıyabildiğim erişkin duruşumda senin yaşamdan ne anladığını, yaşamla nasıl baş ettiğini, nasıl boğulmadan su üstünde kaldığını görmek ve bunları senden öğrenmek için geldim ben. Bu yüzden seni küçümseyemem. Hakkımı, haddimi bilmek hem sana hem kendime yükümlülüğüm. Senin de yükümlülüğün olduğu gibi...
Kendinize acımayı bırakır, sorumluluk alır ve bir erişkin pozisyonunda kendi bütünlüğünüze ve varlığınıza sahip çıkarsınız.
Reklam
Erişkin olmak demek yaşlar ve yıllarla ifade edilebilecek bir algı değildir sadece. Aslında bir sorumluluk ve kimlik duygusunun yeniden inşasını sunar.
Farkındalık geliştirmek içimizi kemiren her yaşanmışlığa yüzümüzü dönmek ve onun en içine bakmakla olur. Suçlu aramadan, mahkeme kurmadan, affetmeye çalışmadan ama neyin neden yaşandığına dair bir anlayış geliştirmeye hazır hale gelmekle olur. Farkındalık geliştirmek; yas tutabilerek, uzun zamandır inkâr ettiğiniz acılarla konuşup gerekirse pazarlık yaparak, öfkeyi yaşayarak, hayatta kaçırdıklarınız ya da size yaşatılanlar için hüzünlü hissetseniz de geçmişi ve şimdiyi kabul ederek olur.
Kendinden vazgeçen insanın başka bir yuvası olmazmış. Anladım ki kendini yuva bellemeyeni ,başka hayatlar yoluna katmazmış.
Hiç düşündünüz mü yeterince iyi olmak için daha ne gerekiyor? “Yeterince” nerede yeterli kabul ediliyor? Ben bunun bir sınır kapısı olduğunu hiç düşünmüyorum. Sınırlar bulanık ve kapı vizesiz olarak hep açık. Git gidebildiğin kadar, sonsuz. Ya da gökkuşağının altından geçmek gibi imkânsız bir gelecek düşü, “yeterince iyi olmak”.
İki kişilik bir hikâye olan bu karmakarışık macerada sadece bir kişinin değil iki kişinin de, “Burada benim nasıl bir katkım var?”, “İlişkiye sunduklarım eksik mi kaldı?”, “Kendime tanıdığım ayrıcalıkları eşim talep ettiğinde onun yolundan çekilebiliyor muyum?” sorularını sorması ve cesaretle cevaplaması gerekmez mi? Âşığım, seviyorum gibi hayli çekici ve karşı konulması çok güç hislerin sadece sözcüklerden değil emeklerden, çabalardan, anlayıştan, şefkat ve kabulden de oluşması beklenmez mi?
Öğretmenin açıklaması şu şekildeydi: “Benim istediğim aslında şarkıyı otomatik bir şekilde ezberden çalmanız değildi. Hissetmenizdi. Ne çaldığınızı duymanızdı, nereye gideceğinizi, ne yaptığınızı bilmenizdi. Arzu bir yerde yanlış notaya basmasına rağmen, ilerleyen bölümde tekrar doğru notayı yakalayarak devam ettiği yani müziği hissettiği için dokuz puan aldı. Bir puanı da kaybetmesinin sebebi, yanlış notaya bastığı için kendini suçlaması, utanç duymasıydı. Ona kendine güvenmesini hatırlatmak istedim.” Asıl hikâye şarkıyı her zaman doğru çalıp tamamlamak değildi. Asıl hikâye müziği arzuyla ve tutkuyla hissetmek ve yeniden bir başka notada yakalamaktı. Yani müziği yaşamaktı. Hayatı olduğu gibi...
Reklam
…“tekrar kalktım ayağa, hem de yaşanmamış her şeye aç, kocaman bir kalple.”
“Yaşamayı seçmek” dediğimiz gitmek ya da kalmak değildi. “Yaşamayı seçmek” her şeyden önce “yaşamaya çalışmaktı”. Bir adayıştı bu. Başkalarını olduğu kadar belki de daha çok kendimizi yarı yolda bırakmamaktı. İlişkilerimiz, fiziksel ve ruhsal yaşamımız, serpilip gelişmemiz için yol açmaktı, yola çıkmaktı. Bir yolculuktu ama gitmek değildi bu. Yaşamayı seçmek için bir yerden, bir insandan, bir işten, bir şeyden gitmek yanılsamaydı.
Eğer çocukluğunuzda öğrendiğiniz ve en iyi bildiğiniz dil anadiliniz ise, tüm yaşamınız boyunca kendinizi ifade ederken en rahat hissettiğiniz dil de bu olur. “Tanıdık acılar” dili de tıpkı bu şekilde zihnimizde öncelik taşır. Yabancı bir dilde kendini anlatmanın ve başkalarını anlamanın kısıtlılığı ve zorluğu gibi, öğrendiğiniz “acı dili” dışında size hoşnutluk verecek duygularda gezinmek ürkeklik, yabancı diyarlarda bulunmanın ve ne yapacağını, nasıl davranacağını bilememenin şaşkınlık hissini yaratır. Ezberinizin bozulmasına, bilinmezliğin kaygısına yol açar ve siz tekrardan en iyi bildiğiniz, dolayısıyla en rahat hissettiğiniz yere sığınırsınız; “tanıdık acılara”.
Ve tüm takıntılar aslında yanıltıcıdır. Hedef saptırır. Bizler bir şeye takıldığımızda onun çok yüce olduğuna ve bu yüzden hayatımızda kalması gerektiğine kendimizi ikna ederiz. Oysa bu yanılsama asıl ilgilenmemiz gerekenin kendimiz olduğunu unutturur ve tam da bu sorumluluktan kaçtığımızı saklar. Takıntılar gerçek sorunlara daima paravandır.
Tüm dünyadan utandığınız ve özür dilemek zorunda kaldığınız anlar değil hayatınız sadece. Sizi çok sevdiğini söyleyen birine güvenip teslim olamayan yanınız değilsiniz yalnızca ya da tüm varlığınızı adadığınız halde sizi amansız boşluklara atan kişi olamazsınız bütünüyle. En iyi olmaya gönderilen çocuklardınız belki de sokaklara. “Kazanmadan gelme,” demişlerdi size. Başkalarının hırslarının hakkını veremediyseniz suçlu siz değilsiniz. Bırakın tüm dayatılanları ve dünyanın sizi affetmesini beklemeden siz kendinizi bağışlayın bunca zaman ihmal ettiğiniz için.