Sadece duyulara dayanan algıya başvurmak, dayanmak söz konusu olursa, çok kolayca Sofistlerden Protagoras’m şu düşüncesiyle karşılaşılır: İnsan, hem de her tek insan, içinde bulunduğu duruma göre her şeyin “ölçüsüzdür. Zira algılar, duyu verileri, daima duyu organlarının durumuna göre görelidir; yani onlarındurumuna bağlıdır. Soğuk bir ele ılık
C) Yeterli Neden İlkesi
Bu yasa, “nedensellik ilkesi”, principium ra- tionidtir; fakat çoğu kez bu ilke daha uzun adlandırılır: “Nedeni yöneten ilke” ya da “yeterli neden ilkesi” gibi
Bu ilke bir mantık ilkesi olarak şunu ifade eder: Doğru olduğunu savunan bir yargı, savını temellendirmiş olmalıdır. Böyle bir yargı temelsiz hiçbir sav ortaya
B) Çelişmezlik Yasası
Bu ilkenin geleneksel yalın formülü şudur: A, A-olmayan değildir (A, Non-A değildir). Kuşkusuz, bu ölçüt de, ancak zorunlu olan fakat yeterli olmayan bir ölçüttür. Bu ölçüt, ancak yanlış olanın bir işaretidir fakat olumlu hakikatin bir işareti değildir; çünkü çelişmezlik ilkesi, her iki yargıdan hangisinin doğru ve
A) Özdeşlik İlkesi
A, A'dır.
Bir şey ne ise odur.
Bütün düşünme ve incelemelerde, her çıkarımda ve düşüncelerle yapılan tanımlarda, her düşünce, ortaya çıkan her kavram ne zaman ele alınırsa alınsın, o düşünce ya da kavram ilk kez ortaya konulurken (ya da alınırken) nasıl düşünülmüşse, aynı şekilde ele alınmalıdır.
Şu halde her düşünmenin
Fakat bilgi teorisi, sanıldığı gibi, felsefenin hiçbir koşula da
yanmayan biricik temel disiplini değildir. İnsan düşünmesi, zo
runlu olarak şu iki şeyle karşılaşır: Bir yandan var olanla, yani
hazır bulduğu bir şeyle; öte yandan düşünme olayı kendisine
döndüğü zaman, kendisiyle; “varolan bir şey” hakkmdaki dü
şünme ve bilme ile karşılaşmaktadır. İnsan düşünmesi, o şe
kilde organize edilmiştir ki, insan bir şeyi bilmeye çalışırken
(bu şey Güneş, Ay ya da tanrılar, demonlar, insanlar, devletler,
canlılar ve nesneler olabilir) aynı zamanda ve herhangi bir şe
kilde kendisiyle, kendisinin bu şey hakkmdaki bilmesi ya da zan
ve tahminleri hakkında da bir bilgiye sahiptir. Bilme eyleminin
kendisi hakkmdaki bilinci, daima şey, obje ve düşünce hak-
kındaki bilgiyle birlikte çalışır. Bu şekilde de bilmenin, dene
menin ve soru sormanın gelişen başkalaşması yoluyla, bilen
insanın kendisi ve bilmesi üzerine geri dönen düşünme (bükü-
lüm: reflexiori) meydana çıkar.
r: Bütün bilgi ve
bütün bilimler için temel olduğunu, onların ilk koşulu olarak,
kendisinin hiçbir koşula dayanmadığını savunan başka bir
felsefe disiplini daha vardır. Bu disiplin, mantık ve varlık felse
fesi kadar eski olmayan, eski zamanlarda temellendirilmeyen
bir felsefe disiplinidir. Onu özel bir alan olarak ne Aristoteles,
ne de
aslında her birisi kendi tarzında ve aynı
hakla ilk felsefe rolünü üstüne almak isteyen iki felsefe disiplini
var demektir. Mantıktaki düşünceler arasındaki bağların da
yandığı ilkeler, başka bir deyişle, “aksiyom”lar, kendiliklerin
den açık olduklarından, ne bir temellendirmeye gereksinimleri
vardır, ne de böyle bir temellendirmeye olanak vardır. Bu nite
lik, mantığa bir temel bilim olmak karakterini kazandırıyor; ve
mantığın belli bir tarzda bütün felsefeden ve bilimlerden önce
gelmesini gerektiriyor.
Anlama yetimiz bütün bilimlerde, felsefenin
çeşitli alanlarında düşünme formlarıyla, düşünceleri mantık
bakımından birbirine bağlayan formlarla çalışır. Öyle ki bütün
bilimler, kavramanın, düşünceler arasındaki bağların ve ayır
maların formlarını zorunlu olarak gerektirir. Bu gibi formlar
dan söz eden “mantık”, bütün bilimlerden önce gelir. Mantığın
ilkeleri her bilimsel sistemi yönetir; ve düşünmeye dayanan bil
ginin ilk koşulunu oluşturur. Fakat bu ilkelerin kendileri bir ilk
koşula, dayanmazlar. Düşüncenin formları, her düşünme eyle
mini etkiler; hattâ kavramlar, yargılar ve kıyas hakkındaki dü
şünmenin kendisi de, bu kavramların, yargıların ve kıyasın aynı
formları içinde olup biter. Kuşkusuz, mantıksal ilkelerin mutlak
bir geçerliği vardır ve “formal mantık”, felsefenin özellikle açık
bir şekilde kurulmuş ve tamamlanmış bulunan bir disiplini ha
line gelmiştir. Bütün felsefe disiplinleri arasında açıklığı, ke
sinliği ve kanıtlama gücü bakımından matematik disiplinlere
benzeyeni de yine mantıktır.
Dar ve geniş anlamdaki mantık kavramlarının birbirine ka
rışmasını önlemek için “formal mantık” deyimi kullanıldı. Şim
di gözönünde bulundurduğumuz anlamdaki mantık, bizim dü
şüncelerimizin, yargılarımızın, bilgimizin içeriğini ve -olaylar
mantığı deyimiyle işaret edildiği gibi- kökünü gerçek olan şey
lerde bulan belirlenimleri gözönünde bulundurmaz. Böyle bir
mantıkta, ancak düşünme olayında gerçekleşen bilgimizin en
genel “form”ları; amacı bilgi, kavrama, hakikat olan düşünme
mizin formu aranır. İçeriklerin çeşitliliği bir yana bırakılır, sa
vunduğumuz düşünceler, yargılardan çıkardığımız sonuçlar, en
genel form-belirlenimleri olarak ele alınır (Aristoteles’in Analy-
tica’sında olduğu gibi).
Fakat öte yandan insan aklının, böylece ve hemen daima en yük
sek ve en son olan şeyleri bilgi amacı olarak ele alması, aynı ak
im henüz olgun olmayan bir yanını göstermiyor mu? Bunun
hiç olmazsa Hume, Kant ve Comte’un ileri sürdükleri düşün
celerden beri böyle düşünülmesi gerekmiyor mu? Kendisini
kritik bir denetime alan insan aklı, artık
Felsefe, algılanan dünyanın ve hayatın bü
tünü hakkında bir bilgi olmak ister. Felsefe, temellendirilmiş ve
kurulmuş, bütünüyle açık bir şekil kazanmış bir bilgi, yani bilim olmayı amaçlar.
Felsefe öğreniminde, Kant’ın derslerinde ileri sürdüğü şu düşünceyi daima göz önünde bulundurmalıyız: Üniversite derslerinde “felsefeyi değil, felsefe yapmayı öğrenmek; düşünceleri değil, düşünmeyi öğrenmek” öğretimin
amacı olmalıdır.