Yemek yemesine en sonunda izin verilmiş açlıktan ölen bir insan gibiydim. Üşüyebilirim, elbiselerim parça parça olabilir, utanç duyabilirim ama mutsuz olamam. Ben mi mutsuzum? Yo, mutluluğum benim bu işte.
Bir uçurumun üzerindeki insan gibi görüyordu kendisini. Köprü yıkılıyor, uçurumla karşı karşıya geliyordu. Uçurum gerçek hayatın kendisiydi, köprü ise onun sürdürdüğü yapma hayat.
Artık korkuyu tanımıştım. Şimdi ayıktım ve ölmek istemiyor, yaşamak için bir sürü neden buluyordum. Bir sürü neden buldukça, nasıl olsa boğulacakmışım gibi geliyordu bana.
Yaşadığımız dünya özgür yükseklikler dünyası değildir. İnsan, demirden bir tarifeye göre borcunu öder. Çünkü her gücü dengeleyen bir zayıflık vardır. Her çıkışın ardından bir iniş, her hayali tansıral dakikaya eşit çamurlar arasında, sürüngenler gibi bir sürünme vardır. İnsan hayatın uzun günlerini ve haftalarını çılgın muhteşem anlara uzatmanın ve her adımının karşılığını, ömrünün kısalmasıyla ve çoğunlukla oldukça büyük bir faizle birlikte öder.