Öğrenmek tuhaf bir olay: Ne kadar derinlere gidersem, var olduğunu bile bilmediğim şeylerle karşılaşıyorum. Kısa bir süre önce, her şeyi -dünyadaki tüm bilgileri- öğrenebilirim gibi aptalca bir hisse kapılmıştım. Şimdi ise, sadece onların var olduğunu bilebilmeyi ve bir nebzesini anlayabilmeyi ümit ediyorum.
İncelemeye geçmeden önce içimi dökmek istiyorum, kitap alıntısı paylaşmaya kalkarken of ama kim şimdi fotoğraf çekecek dedim ve kitabın çekilmiş resimlerini aradım bu fotoğrafı kitabı ilk okumaya başladığım zaman çekmiştim, normalde eski ben olsaydı şimdi kitap bitince konsept oluşturur, inceleme için yeni bir fotoğraf çekerdi. Fakat artık hiç
“Neşe bulaşıcıdır falan diyorlar. Yalan. Neşe kolonya gibi bir şey. Dökünüyorsun, o an ferahlıyorsun. Sonra uçup gidiyor burnundan, elinden, üzerinden. Kasvet öyle değil ama, zamk gibi, bulaşıyor ve dokunan herkese yapışıyor.”
“Bilmezden gelmek bazen en iyisi. Bilmemeyi istiyorsun çünkü. Öyle olmamasını istiyorsun. Gerçeğin öyle olmamasını. Ama elinden bir şey gelmiyor. Kendi gerçeğini yaratıyorsun sonra, o gerçeği öyle bir sarılıyorsun ki, seninle beraber herkes inanıyor. Ama çok bilmek de iyi değil. Söyleme bilmeyeyim.”
"...velhasıl en çok yaşadığım duygu hali bu; dünya ağrısı çekiyorum. Benden yaklaşık 50 yıl önce birisi yazmış sanki benim ruh halimi. Anlamını bilmediğim zorunluluklarım, sorumluluklarım var, kendi küçücük dünyama sığmam, ona sığınmam mümkün değil; yaşadığım şehirde müthiş bir uğultu var, enerjilerinin ve mutlulukların nedenini bir türlü anlayamadığım pek çok insan bilmeden yükleniyorlar omuzlarıma ama kaçış yok. Kaçışın olmadığını, yaşamımın ben istesem de istemesem de bu doğrultuda, bu sınırlar dahilinde devam edeceğini, etmesi gerektiğini de yine Perec yüzüme vuruyor; en yüksek tepelerin doruğuna ne diye tırmanasın ki, sonradan inmek zorunda kalacak olduktan sonra..