Belki de gün ışığının gölgelerle aralandığı bir hayat daha anlaşılabilir ve güzeldir. Belki fırtınalar atlatan bir ilişkide daha fazla derinlik vardır. Hiç hayal kırıklığına uğratmayan, üzmeyen ya da duyguları birbirine karıştır mayan bir deneyim, biraz tehdit edici ya da renk değişimleri olmayan yavan bir deneyimdir. Belki güven, inanç ve umudu gözlerimizin önünde somut olarak yaşayınca, bu bizde içsel bir güç, cesaret ve güven meydana getiriyordur.
Hepimiz deneyimlerimiz, ilişkilerimiz, düşüncelerimiz ve duygularımızın sonucunda büyüyen ve gelişen kişilikleriz. Bizler bir hayatı oluşturmaya yarayan parçaların toplamıyız.
Bence psikoterapinin terapötik değeri, çocuğun kendisini yeterli ve sorumlu bir kişi olarak hissettiği bir ilişki içinde, ona iki temel gerçeğin öğretilebilmesinde saklıdır. Bu iki temel gerçek; başkalarının bir insanın iç dünyasını kendisi kadar bilemeyeceği ve sorumluluk duygusuyla birlikte yaşınan özgürlüğün ancak insanın kendi içinde büyüyüp gelişeceğidir. Çocuk başka kişilere, onların haklarına ve farklılıklara saygı duymayı öğrenmeden önce, ilk olarak özsaygıyı ve kendisini anladıkça gelişen haysiyet duygusunu öğrenmelidir.
Kendini güvende hissetmenin tek yolunun dışarıdaki dünyadan geçmediğini, aksine, aradığı o sabit zeminin çok derinlerde de olsa kendi benliğinde var olduğunu, yavaş ve ürkek adımlarla keşfetmiştir.
"İçimde bir yara taşıdığımı inkâr edemem. İstersen bunun adına öfke de istersen hayal kırıklığı... Ama bir kalp taşıdığını söyleyen insan, aynı zamanda bin yarayı da beraberinde taşımaz mı?"