Gerçek bir olaydan hareketle kurgulanan roman umudunu kaybedenlerin dramını gözler önüne seriyor. 1518 yılında Strasbourg'da frengi, cüzzam, veba, terleme hastalığı, Türkler'in topraklarına saldırma korkusu ve hepsinin üzerine yaşanılan kuraklık halkı açlığa ve sefalete sürüklüyor. Bu açlık ve sefalet, kağıtları, fareleri, köpekleri, dışkıları kısaca canlı cansız ne varsa yediriyor insanlara en vahimi de kendi bebeklerini yemek derecesine kadar gidiyor.
Kendi çocuğunu yememek için dereye bırakan bir kadın çıldırmanın eşiğinde istemsizce dans etmeye başlıyor. Çaresiz ve umutsuz halk da ona eşlik edince toplumsal bir çıldırma baş gösteriyor. Roman kurgusunu bu dansa sebep olan faktörleri irdeleyerek ortaya koyuyor.
Bütün bunlar olurken dönemin din anlayışına ve kiliseye de güzel eleştiriler getiriliyor. , Cennetten sattığı arsaların parasıyla ambarları dolduran Kilise, duruma uzun zaman sessiz kalan yönetim, dönemin din adamlarının kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutması ironik bir biçimde ortaya konuyor. Martin Luther’in kiliseye baş kaldırması ve reform girişimlerine de ayrıca değinilmesi güzeldi.
Kısaca umudunu, merhametini, insanlığını ve aklını kaybeden bir halkın acı hikayesini öğrenmek isteyenler için tavsiye edebileceğim bir kitap. Kitapla ilgili olumsuzluk anlamında diyebileceğim durum her olayın en ince ayrıntısına kadar betimlemelerinin yapılmış olması. Bu okurken beni biraz yordu. Keyifli okumalar…