Issız eski parkta karlar içinde, arıyor geçmişi iki gölge. Yalnızca şiirde bile olsa “özlem” ve başka dilde ve başkaları için söylenmiş bile olsa “aşk”. Geçmişlerini arayan, artık gerçekte var olmayan geçmişe boğuk sorular yönelten bu gölgeler onların kendisi değil miydi? Gölgeler canlanmak isteyen ama bunu artık başaramayan gölgeler. Kendilerini bulmak için boş yere didiniyor, cansız ve güçsüz çabalarla kendilerinden kaçıp, kendilerini yakalamaya çalışıyorlardı. Benden bişeyler kalmış burada, o yıllara ait bir şeyler, okyanus ötesine bütünüyle gitmemişim, kendi dünyama hâlâ bütünüyle geçmemişim. Duygularımıza karşı acz içinde geçen yıllar. Sen beni unutmak istedin. Aşk bir cenin gibi bedenin karanlıklarında acıyla dönüp durmaktan kurtulduğu, nefes ve dudak aracılığıyla kendini zikir ve itiraf edebildiği zaman gerçek aşktı. Bu duygu çok ısrarcı olursa, bir an gelir ilmek ilmek dokunmuş tırtıl yuvasını deler, yükseklerden en derinlere doğru yuvarlanır ve ürkmüş yüreğe var gücüyle çarpardı. Ne çok zaman geçmiş ne çok zaman yitirilmişti ama tek bir düşünceyle ve tek bir saniyede en başa dönebiliyordu.