Ne içtiğiniz içkiler, ne yaptığınız seksler, ne birkaç saatlik uyuşmalarınız, hiçbiri doyurmayacak ruhunuzdaki açlığı. Vakitle beraber kendinizi öldürüyorsunuz. Dilerim sizi tatmin edecek yok oluşu yaşarsınız.
Ben zamanı gördüm
Kaç bakışta bozdu hayalimi
Ve kaç düşüncede
Ben zamanı gördüm
Şimşek gibi bir ânın uçurumunda
Kim tanır bizi şimdiden sonra
Aydınlığı kıt gecemize
Misafir olanlardan başka.
“Adın üç kere geçti saçma sapan bir filmde, yalnız olsam çok ağlardım ama annem bakıyordu. Otoban dolusu gürültüyü sıkıştırıp beynime anne dedim, hadi çay koy da içelim...” Ali Lidar böyle ifade etmiş, kaybettiği aşkı, kendince.
Cahit Zarifoğlu ise bence bu durumu şöyle
tanımlıyor; “Koskoca şehrin hiç gelmediğin sokaklarında bile seni görme umuduyla etrafa bakmanın nasıl hissettirdiğini bilmiyorsun...” Diyor.
İnsan yaşayabilecekken yaşayamadıklarına üzülüyor aslında. Belki de insanı, bizleri bu hayatta en çok yaralayan şey de bu... yaşayabilecekken, yaşayamadıklarımız.
Gerçekleştiremediğimiz hayallerimiz.
Bir de o hayaller avucunuzun içinden kaçıp gitmişse.
Hasılı; en kötü gün aslında birisini kaybettiğiniz gün değildir, ondan sonraki günlerdir.
Herhangi bir şehirde, herhangi bir zaman diliminde, herhangi bir insanı özlüyorsanız söyleyecek bir şey yok.