Schopenhauer'in dediği gibi, belki de dünyamız mümkün dünyaların en fenasıdır. Her ağırlığı çeken küre, kalbi çekemiyor. Kalpsizlerin cenneti olan bu dünya bize vatan olmayacak. Bize dünyayı zindan yapan düşman değil, dostlarımızdır. Ne garip cilve! Dostların kalbi kirlendikçe bizim kalbimiz kırılıyor. Kalbi akıl hikmetiyle anlamaya çalışmak boşunadır. Kalplerin ezeli kaderini, kalbi kırıldıkça Rabb'e yakınlaşanlar bilirler. Onlar ne diyor bak:
"Kalpler kırılmak için yaratılmıştır."
Hüzün, kendi başına müthiş bir deryadır. Hüzünlenmeyen insan gelişmemiş bir insandır. Kendinden kopukluğunun, içindeki öze olan özlemin farkında değildir.
Bu ülkede içindeki çocuk utanca boğulmuş o kadar insan var ki! Ben onlara "yetişkin çocuklar" diyorum. Bunlar kötü insanlar değiller ama her türlü kötülüğü de yapabilirler.
Müzik, ruhu değil belki en çok olsa olsa be denleri çalkalıyor bugün. Bu aşırılaşmış piyasada, kötü paranın iyi parayı kovması gibi kötü müzik de iyi müziği kovuyor, onu; mizantrop olmaya, kovuklara çekilmeye zorluyor.
Müziğin insan yaşamındaki müstesna yeri sebebiyle, bizzat kendileri icra etmedikçe müzik, ancak belirli çevrelerde müzikle ünsiyet kurabildikleri takdirde insan hayatında yer bulabiliyordu eski devirlerde. Bugün ise müzik her yerde. Müziğin demokratikleşmesi, pek çok alanda olduğu gibi arz bolluğu nedeniyle değerde eksilmeye yol açıyor. Foucault "Müziğe ulaşmamızı sağlaması gereken unsurların çoğunun aslında bizim müzikle ilişkimizi zayıflattığı kanısındayım...
Hazret inayet Han da Müzik adlı eserinde "Doğada üç türlü ses vardır; bunlar sırasıyla celâlî, cemâlî ve kemâlî seslerdir. Bunlardan celâli ses; gücü, cemâlî ses; güzelliği ve kemâlî ses de bilgeliği temsil eder." diyerek, seslerin tabiatlarına dair tasavvufî gelenek çerçevesinde açıklamalarda bulunuyordu.