Home
Search
What to Read?
Sign In
Sign Up
Shopping
Explore
Books
Authors
Readers
1000Kitap Android ApplicationFREE – Download from Google Play
1000Kitap iOS ApplicationFREE – Get it from App Store
©2024 · 1000Kitap Web Application · 2.37.27
Rumeysa Yonar
Rumeysa Yonar
@Eidotheia
Hacettepe MSc
73 reader point
Joined on June 2020
Şu anda okuduğu kitap
Okuma Hedefleri
Farklı bir karakterin penceresinden dünyaya baktırıyor yazar. Belki içinde bulunduğu hayata yabancılaşmış bir karakter olduğundan belki de farklı bir düşünce yapısına sahip olduğu için onu diğerlerinden ayıran bir kavram olarak 'yabancı' demiş olabilir kitaba. Ya da bambaşka bir anlamı vardır, dediğim gibi yazar günlük hayatta sıklıkla karşılaştığımız insan modellerinden farklı bir karakteri konu alıyor. Bu karakter yaşam ve ölüm kavramlarını birbirlerinden çok da ayrı tutmuyor, ne de olsa herkes bir gün ölecek bugün olsa ne olmuş yarın olsa ne olmuş şeklinde üstünde bir umursamazlık var. Kendisini ölüme yakın hissettiği bir zamanda şimdi bu histen kurtulup 10 yıl, 20 yıl ya da her neyse yıl sonra yine bu hissi yaşamaktansa bugün ölsem ne fark eder ki diye düşünüyor. Kendisi için de öyle etrafındaki insanlar, yaptığı iş için de öyle. Adeta bir yabancı bu hayata ve bundan başka bir hayata da inanmıyor şöyle bir bakınca. Farklı bir kitaptı, sevdim.
Ahmet Ümit'ten yine son derece sürükleyici ve gizem dolu bir polisiye romanı. Her ne kadar günümüz Almanya'sında da başlasa geçmişe, Türkiye'ye, Zeus Altarı ve Pergamon Tapınağı'na uzanan aynı zamanda kültür dolu bir eser olarak ilerliyor. Berlin Emniyet Müdürlüğünde çalışan Türk kökenli polis Yıldız Karasu'nun yine Türk kökenli olan Cemal Ölmez'in cinayet soruşturmasında görevlendirilmesiyle uzun soluklu bir macera başlıyor. Cinayetlerin seri katil cinayetlerine dönüşmesiyle de olaylar hız kazanıyor. Hem sürükleyici bir yolculuğa çıkarırken hem de mitoloji ve tarih hakkında bilgilendiriyor bizi yazar. Herkese tavsiye ederim!
5 farklı ülkenin prensinin rüyalarında gördüğü o büyüleyici kadını bulmak için canları pahasına göze aldıklarını ve bu uğurda çabalarını anlatan yetişkinler için bir masal. Ben her ne kadar alışılmış Ahmet Ümit tarzından biraz farklı da olsa bu kitabı çok beğendim ve bir çırpıda bitirdim. Ve yine alışılmış ''masal'' tarzının aksine yazar, hem mutlu sonu hem mutsuz sonu bizlere tattırıyor burada. Beklenmedik bir son, klişelerden uzak oldukça etkileyici buldum.
Reader Follow Recommendations
Söylemeliyim ki son zamanlarda okuduğum Japon Edebiyatı eserlerini oldukça sevmem üzerine aldığım bu kitap ne yazık ki aynı şekilde bine etkileyemedi. 9 Öykü içeren bu kitap başlarda güzel başlasa da sonra her öyküde kendisini tekrar etmeye başlıyor diye düşünmeden edemedim. Öyle bir bir noktadan sonra olacakları tahmin etmeye başlıyorsunuz. Yine de gizem severler için okunabilir diyebilirim, pek benlik değildi o kadar.
Artık yetişkin bir adam olan karakterimizin bir cenaze sebebiyle küçüklüğünü geçirdiği yere dönmesiyle başlayan ve geçmişi hatırlamasıyla gelişen birtakım olaylar örgüsünü okuyoruz kitapta. Bu kitap başlı başına okuması keyifli, akıcı ve merak uyandırıcı olmasının yanı sıra aynı zamanda güzel mesajlar barındırıyor. Neil Gaiman'ın okuduğum diğer kitaplarına baktığımda yazarın genel olarak bir mesaj barındıran ve her yaşa hitap edebilecek eserleri olduğunu düşünüyorum. Bu kitapta da fedakarlık ve azim işlenmiş gibi görünüyor. Kitabın sonunu da çok güzel bulduğumu ayriyeten söyleyebilirim. Arada bir böyle, çocuk karakterlerin dünyasına indiğimiz kitaplar okumak gerçekten detoks gibi geliyor insana, herkese öneriririm!
Birbirinden güzel 4 hikâye içeren bu kitap Japon Edebiyatından okuduğum ilk kitap oldu. İlk hikâye "Ameliyathane" oldukça kısa ama bir o kadar da şaşırtıcı bir hikâyeydi. Ameliyat sırasında narkoz etkisinde içinde sakladığı büyük sırrını söylemekten korktuğu için ameliyatı bilinci tamamen açık bir şekilde geçirmek isteyen kadının hikâyesi.
İkinci hikâye "Koya Dağı'ndaki Kutsal Adam beni içine en çok çeken hikâye oldu. Bir keşiş ile bir yolculukta karşılaşmış karakterin gece uyku tutmaması sonucu keşişten hayatından, başına gelen olaylardan bir şeyler anlatmasını istemesi ile asıl hikâye başlıyor. Ve bir solukta bitecek, merak uyandırıcı bir macera başlıyor.
Üçüncü hikâye "Büyücü" yine oldukça kısa ve güzel olmasına rağmen benim en az sevdiğim pek sürükleyici olmayan bir hikâyeydi.
Son hikâye ise ikinci favorim, "Deniz Şeytanları". Eşi gemi kaptanı bir kadının bebeği ile beraber deniz kenarındaki evlerinde kaldığı, kocası gelene kadar mütevazı bir yaşam sürdüğü sıradan bir düzen aslında. Bu kadınla beraber bizim de denizde yaşanan doğaüstü hikâyeleri dinlememiz sonucunda sanki tüm tehlike denizdeymiş gibi hissetsek de hikâyenin sonu bir hayli şaşırtıyor.
Herkese tavsiye ederim, kısa olduğu için okuması da bir o kadar kolay ve keyifli bir kitap.
Yoksulluğun ve açlığın hakim olduğu öyle ki açlıktan kendi bebeklerini bile yemek zorunda kalanların olduğu bir kesimin öyküsünü okuyoruz. Yine aynı sebeplerden dolayı ileride açlıktan diğer insanların yaptığı gibi kendi bebeğini yemek zorunda kalmamak için onu kendi elleriyle nehire atıp ölümüne yol açan bir annenin kederinden ve acısından dolayı kendine engel olamayacak bir biçimde dans etmeye başlaması ve bir hastalığın öncüsü oluşunun öyküsü bu. Farklı bir bakış açısı ve bir gerçekliğin öyküleştirilmiş hali olması kitabı okumaya değer yapıyor ancak çok akıcı bir kitap olduğunu söyleyemeyeceğim.
Adı üstünde kitabın olayı siyah lale, Çiçek Üreticileri Derneği'nin uğruna ödül koyduğu ve lale üreticilerinin bulmak için gece gündüz uğraştığı bir bitki. Cornelis Van Baerle ise tam bir lale tutkunu bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Ailesinin başına gelen olayların ardından siyasetten kendini uzak tutup hayatını lale üreticiliğine adamış Van Baerle ne kadar uğraşsa da ailesinin geçmişinin ağına takılıp oradan oraya savrulurken bir yandan da ürettiği siyah lale soğanlarını korumalı, aynı amaçla soğanın peşine düşenlere karşı kendini savunmalıdır. Bu yolda hesaplarında olmayan bir şey vardır, aşk.
Geçmişi düşündüğünde, çocukluğundaki güzel anıları, meslek hayatının zirvesini, o başarılı, herkesin saygı duyduğu savcıyı düşündüğünde sanki başka birisine aitmiş gibi geliyordu İvan İlyiç'e. Oysa tüm bu anıların sahibi kendisiydi, şimdiyse bir yatakta acı içinde kıvranıp ölmeyi bekliyordu.
Bir adamın kariyerinin başlangıcını, evliliğini, çocuklarını, kısaca hayat serüvenini okuyor ve hayatının pik yapıp geriye saymaya başladığı o anı ve adamın zihninin içinden geçenleri okuyoruz bu kitapta. İnsanı içsel yolculuğa çıkarabilecek güzel bir kitap.
İçinde 9 ayrı öykü barındırıp yazarın ölümünden 21 yıl sonra bulunan eser. Agatha Christie'nin alışıldık tarzına bitaz uzak daha çok romantizm ve dram ağır basan hikâyeler bunlar. Üçüncü hikaye benim favorim olduğu için ilk ondan bahsetmek istiyorum. Bu hikâyenin ismi Uçurum. Clara isimli bir kadının çocukluk aşkının başkasıyla evlenmiş
Kendisini oldukça inançlı, kültürlü, eğitimli, bir o kadar da masum ve güler yüzlü birisi olarak tanıtan ancak bu sıfatlara uzaktan yakından alakası olmayan mürebbiye Anjel'in Fransa'daki eski yaşamındaki heyecanı bulmak uğruna bir evdeki tüm erkekleri baştan çıkarışının hikâyesi. Yeri geldi mi keyifli, eğlenceli bir eser de olsa ne yazık ki yazarın diğer kitaplarında da görmüş olduğumuz cinsiyetçi yorumlar burada da var. Yine de okutuyor kendisi. Şaşırtıcı denebilecek bir son bizleri bekliyor, tavsiye ederim.
Asırlardır İsveç yasaları ile yürütülmekte olan, belki de kendine ait bir kültürü bile bulunmayan Finlandiya'nın Beyaz Zambaklar Ülkesi'ne dönüşümünün hikâyesi. Devlet işlerinden eğitime, toplumsal düzenden dini konulara, sanattan futbola kadar baştan sona hayranlık duyuran bir değişime tanık ediyor bizleri.
Ana dil olarak İsveçce kullanılmakta olup İsveç kültürüne göre bir yaşam biçimi hakim olan Finlandiya geri kalmışlığı ile bitmek bilmeyen hastalıkları ile bir nevi bataklık ülke, kimine göre umutsuz bir vaka durumunda. Yılladır da bu böyle, ancak bunun değişebileceğine dair umudu olan bir karakter, Snelman, halkın bilinçlenmesi için ve ülkenin değişimi, gelişimi için çabalıyor. Halkı uyandıran, insanların bilinçlenmesinde öncülük eden Snelman'ın çabalarının zaman içinde gayet güzel sonuçlar verdiğini görüyoruz. Ve halkın azmine hayran kalıyoruz.
Öyle ki değişime inanarak ve yeterince çabalayarak her şey mümkün.
Son olarak, şöyle diyebilirim ki Atatürk'ün bu kitabı okul müfredatında okutulması gerektiğini düşünmesi de kitaba ayrı bir değer katıyor.
Herkese iyi okumalar!
Kitapta karşımıza çıkan bir cümle var. "İnsanın yüreğinin iyi olması için akla ihtiyacı yoktur." şeklinde bir söz. Bu söz Lennie isimli karakterimiz için geçerli. Kendisi iri yarı, oldukça da kuvvetli birisi ancak tam tersine aklı pek yerinde olmayan bir karakter. Kalbi ise tertemiz, iyi niyetli. Bu saflığı, aklının her şeye ermemesi gibi durumlar tüm iyi niyetine rağmen yanlış anlaşılmalara sebep olduğu için bir yerde çok da uzun süre kalamayan birisi Lennie. Bir nevi akıl hocası ve yol arkadaşı olan George ile oradan oraya savruluşlarının ardından sıradaki duraklarını ve burada ne ile başbaşa kalacaklarını okuyoruz. Bu sefer başları her zamankinden biraz daha fazla belaya girecek gibi, orası ayrı.
Karanlık bir kitap. Olay örgüsü güzel, her zaman küçük bir çocuk olarak kalmak isteyen, annesini sevmediğini ve ona ihtiyacı olmadığını söylese de kendisine bir anne arayışında olan, Hiçbiryer'de (Neverland) yaşayan Peter Pan'ın ve Wendy'nin öyküsü okuyoruz. Zamanlarını eğlenerek, korsanlarla savaşarak geçiren Peter Pan'ın yanı sıra kayıp küçük çocuklar ve Tinker Bell'de olay örgüsünde yerini almış durumda. Neden karanlık olduğunu düşündüğümü spoiler vermeden anlatmaya çalışacağım.
Şimdiye kadar sevimli bir peri olarak bildiğim Tinker Bell'in düşündüğümün aksine masum ve iyi bir peri olmadığını gösteren birçok olay okudum. Özellikle Wendy'ye duyduğu kıskançlık ve ona zarar vermekten çekinmemesi buna işaret ediyor. Daha sonra, küçük bir çocuğun bakış açısı ile bakıldığında anne özlemi duyan birkaç küçük çocuk görebiliriz. Ama bu çocukların anne figürü olarak gördükleri Wendy'yi hapsetmek istemeleri, onu kısıtlama çabaları aslında korkutucu detaylar. Okurken böyle hissettirse de yazarın hayat öyküsü göz önüne alındığında zaten ortaya bir çocuk kitabı çıkarılmaya çalışılmadığını gösteriyor.
Tavsiye ederim.
Çok gerçek, çok etkileyici bir hikâye. Henüz 12 yaşındayken biraz merak, biraz sahip olmak istediği arkadaş çevresi yüzünden esrarla başlayıp, haplarla devam eden ve sözde 'kırmızı çizgi' olmasına rağmen eroinle devam eden tüyler ürpertici bir kitap. Aslında başlarda keyif gibi görünse de Christiane'yi de arkadaşlarını da mahveden bir olay örgüsünü okuyoruz. Christiane ile büyüyoruz, onunla beraber arkadaş ediniyoruz, aşkı tanıyoruz ve hepsini teker teker onunla beraber biz de kaybediyoruz sanki. Diğer insanlara göre aile konusunda şanslı olan Christiane'nin annesinin pperspektifinden de bazı bölümler karşılıyor bizi. Aslında annesinin çok güzel bir sözü var burada. "Christiane gibi gençlerin uyuşturucu müptelalığından mahkûm edilmesini doğru bulmuyorum. Christiane'nin kimseye bir zararı dokunmadı. O, sadece kendini mahvetti." diyor. Haksız da sayılmaz, hapse atılan gencecik arkadaşlarının daha iyi gitmediğini de zaten kitapta da görüyoruz. Ama kendilerine verdikleri zarar ölçülemez bile. Ölenler, hapse girenler.. Herkesin okumasını şiddetle tavsiye edeceğim bir kitap bu.
