''Sende tattım yemişlerin cümlesini.'' demişti Cahit Sıtkı. Biz de tatmadık mı hiç bilmediğimiz anısı olmamış lezzetleri birlikte? Her lokmanın izi kalsın istemedik mi? Biz bizi unutacak olursak şayet hatırlatsın bir ceviz reçeli ,bir fesleğen şerbeti demedik mi ? Daha önce yürümediğimiz her yola iz bırakalım diye kaç şehrin sokaklarında adım adım, el ele gezdik ? Hatırla ! Yeni bir şehre iz bırakmak için dizimizin dermanının kalmadığı bir nisan akşamıydı... Ilık rüzgarların estiği sahilde iliklerimize kadar hissettiğimiz ferahlık sanki karanlık günler hiç gelmeyecekmiş gibi yüzümüzdeki huzur, içimizin kıpır kıpır oluşu...Kalbinin şenliğiydim bir zamanlar. Cahit Sıtkı gibi değil belki ama sen de güzelliğimizi rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber söylemiştin. Denizimiz o kadar mavi değildi halbuki. Hatta bulanık, dalgalı, sert rüzgarlar esiyordu karşımızda. Biz yine de en kuytu ormanlarda yalnız ikimizmişiz gibi el ele dolanıyorduk. Sen en güzel bakış açını takınıp beni kimsenin bakmadığı güzellikte seyrediyordun. Hadi ölümsüzleştirelim diye kaç poz ardı ardına ekliyordun çok yıllık hikayemize sayamıyordum. Ben sende yaşıyordum,sen bende hüküm sürmekteydin. Ve günlerden sonra gelecek olan o gün geldi. Sesini fark edemediğim o gün mahşer günü değildi. Yazık! Ne sen ne de ben ortalığa düşüp birbirimizi aramayacağız kalabalıkların arasında. Güzelleştikçe güzelleşen bir Cahit Sıtkı şiiri gibi sonlanmayı başaramamış olan bu hikayenin sonunda sonsuzluğa uzanan sofranda en eski şarap olarak kalacağım.