Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

• F A T İ M A •

Birçok ebeveyn kendilerini sürekli bir değiş tokuş sürecinin içinde buluyor. Buna "gardiyan-mahkum" yaklaşımı adını veriyorum; bu yaklaşımda gardiyanın çocuğun hareketlerini yakından gözetlemesi gerekiyor. Mahkûm rolündeki çocuk doğru ya da yanlış herhangi bir şey yapıyor. Gardiyan rolünü oynayan ebeveyn de karşılığında onu ya ödüllendiriyor ya da cezalandırıyor. Kısa süre içinde mahkûm kendi davranışlarını düzeltmekte gardiyanın kontrolüne bağımlı hale geliyor. Ödül-ceza sistemi, çocuğun kendi kendini kontrol etme potansiyelini eriterek, öz disiplini öğrenebilme kapasitesine de ket vurur. Başarısı tamamıyla gardiyanına bağlı bir kuklaya dönüşen çocuk, içsel motivasyon yerine dışsal motivasyonu öğrenir. Bitmeyen bir manipülasyon döngüsünde her iki taraf da birbirine zarar vereceğinden yıllar geçtikçe kimin gardiyan kimin mahkûm olduğu da bulanıklaşır.
Reklam
İnsan ne erkek arkadaşını ne de sevgilisini satın alır. Parayla kadınları elde etmek kolaydır, ama bu onlardan hiçbirinin hiçbir zaman size âşık olmamasının bir yoludur. Aşkın satılık olması şöyle dursun, para onu kesinlikle öldürür. Her kim ki para öder, erkeklerin en sevimlisi de olsa, yalnızca para ödediği için uzun süre sevilemez. Çok geçmeden bir başkası için para ödeyecek ya da daha doğrusu, bu başkası onunparasını alacaktır. Çıkara, sefahate dayalı, aşktan, şereften, gerçek zevkten yoksun bu ikili ilişkide, parayı alan aşağılık, parayı veren budalaya nasıl davranıyorsa aynı muameleyi görür ve açgözlü, sadakatsiz, zavallı kadın da her ikisiyle ödeşmiş olur. Pazarlık konusu olmasaydı, insanın sevdiğine karşı cömert davranması hoş olurdu. Aşkı zehirlemeden bu eğilimi tatmin etmenin ancak bir yolunu biliyorum, bu da kadına her şeyi vermek, sonra onun tarafından beslenmektir. Geriye, bu yöntemin aşırılığa kaçmadan uygulanabileceği kadını bulmak kalıyor.
Sayfa 593Kitabı okudu
Herşeyden haberimiz olsun mu? Her haberi çocuklar izlesin mi?
Medyada en ince ayrıntısına kadar verilen her haber sonrası acı eşiğimiz yükseliyor. Hiçbir ölüme şaşırmıyor, hiçbir şehide üzülmüyoruz. Bir katilin cinayeti nasıl işlediğini, bir sapığın çocuğa neler yaptığını ayrıntılarıyla bilmemiz bizi daha mı hassas yapıyor? Hayır. Her haber içimizden yaşama dair bir parçayı alıp götürürken vicdanımızın sesini biraz daha kısıyor. Bu konuda medyanın hassasiyet göstermemesi, haber izlerken çocuklar da dahil olmak üzere bütün ev halkının ölüme, şiddete, istismara maruz kalması toplumu düzeltecek, ayakta tutacak vicdanlarımızı öldürüyor. Ölüme ah vah edip bir dakikalık saygı duruşu yaptıktan sonra, diğer kanala geçince hayata kaldığımız yerden devam ediyoruz. Çocukken saklambaç oynadığımız günlerde annem, tenha yerlere, inşaatlara saklanmayın, öyle yerlere hiç gitmeyin derdi. Böyle zamanlarda aklıma tek gelen, Erol Taş filminden kalan bir sahneyle kolumu kesip dilendirebilecekleriydi. Daha kötü bir ihtimal yoktu benim için. Şimdi olumsuz haberlere çocukları maruz bırakınca iç dünyalarında nelerle mücadele ediyorlar, tutunacak hangi dallarını kırıyoruz haberimiz yok. Çocuk yetiştirirken onlara şaşıracak, üzülecek, acıyacak kadar vicdan bırakmalıyız. Hayatın gerçeklerini öğrenmesinler, her şeyi bilmesinler. Çocuklarımız acıya şaşırmayacak hâle geldikleri gün, yaşama dair umudumuzla birlikte insanlığımızı da kaybetmişiz demektir.
Cezve YayıneviKitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Her ne olursa olsun, bir kötü alışkanlık edinmektense, bir hata işlemek daha iyidir.
Sayfa 564Kitabı okudu
İnsan, meselesini çözmek için, onun dışına çıkmalı önce. Ve öylece hayal gemime biniyor, 'ben'imin, 'ben' kavgamın, kavgamızın mekânı olan dünyanın dışına çıkıyorum. Ötelere açılıyorum. Dünyadan ötelere... Dünya, uzaktan ülke ülke fark edilir halde yine. Sonra millî sınırlar kayboluyor; hayal-meyal kıt'alar kalıyor sadece. Sonra mavi-beyazlı bir yuvarlak küreye dönüşüyor dünya. Sonra bir hilâl, bir nokta... Derken, görünmez oluyor... Sanki bir hiçmiş gibi...
Nesil YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Çok haklısın küçük kız, çok...
Şehirdeyiz. Yanımızda, on iki yaşında bir kız çocuğu. Adı Kate. Yan sokaktan İngiliz askerleri geçiyor. Kate eliyle onları gösteriyor. "O askerlere acıyorum. Bunu kendime yediremiyorum, ama acıyorum işte. Güzel Rabbim bizi de, onları da yaratmış. Birbirimize düşman olmamızı istemiyordur herhalde. Okulda bize verilen o tarih kitaplarını okudum. Ama hâlâ neden birbirimizi öldürdüğümüzü anlayamıyorum." Kate başını öne eğmiş, iki elini kavuşturmuş halde, iki elinin işaret parmağını döndürerek, konuşmayı sürdürüyor: "Hangi ülkede yaşarsak yaşayalım, Allah'a sadık kalmak zorundaymışız. Ülke önemli değilmiş. Çok sevdiğim bir rahibe bana öyle söyledi. Ben de o gün öğleden sonra, İngiliz askerleriyle dost olmaya karar verdim. Onlara, "Baksanıza," dedim, "Allah bizi buraya birbirimizden nefret edelim diye koymadı." "İçlerinden biri durdu: "Haklısın küçük kız' dedi."
Nesil YayınlarıKitabı okudu
ÖNCE İNSANIM...
Bir İsrailli çocuk, bir başka Time yazarı ile konuşuyor. Sene 1982. On yaşındaki Dror. Roger Rosenblatt'a şöyle anlatıyor: "Geçen yaz, TV'de, Lübnan'ı bombaladığımızda yaptığımız tahribat gösterildi. Bütün çocuklar ben dahil- zıpladık ve sevindik. Az sonra düşündüm: Bu intikam hissi iyi birşey mi?" Cevap, 'hayır." Zaten, bir Filistinli çocuk, hemen ekliyor: "Bu Israilli çocuklara bizden nefret etmek öğretildi. Onlar biz;den nefret etmeye zorlandılar." Yani, onlar doğuştan nefret ile dünyaya gelmemişler. Biz de. Ben de. Doğuştan nefret hissi duyarak dünyaya gelinmemiş, ama dünyada birileri ve birşeyler bize nefreti öğretmişler. Alman'a Fransız, Fransız'a Alman nefretini; Israilliye Filistinli nefretini; Yunan'a Türk, bana da Yunan, Ermeni ve Arap nefretini taşımışlar. Ama çocuk, o saf ve masum yaratık, yine gerçeği seziyor. Ahmed gibi. Ahmed de kim mi? Kendisini bildi bileli savaşın içinde yaşayan bir Filistin çocuğu. Bir gün doktor olmayı ümit ediyor. Niye? 'Çünkü, insanımız doktorlara muhtaç. Hem, vücudun başın, midenin, kalbin-nasıl çalıştığını görmeyi seviyorum." Kendisine bir soru geliyor: “Düşün ki Ahmed, sen Israil'de çarpışan bir doktorsun. Yaralı bir Israilliyi, yardım etmen için sana getiriyorlar. Bir Filistinli mi, bir doktor mu olursun?" "Bir doktor" diyor Ahmed. Hem de tereddütsüz. "Önce insanım..." diyor yani.
Sayfa 28 - Nesil YayınlarıKitabı okudu
Milliyetçiliğe Toynbee bakışı:
Yürüyorum. 'Ben'lik medeniyetinin insanlığa sunduğu vahşet tabloları arasında yürüyorum. Karşıma Arnold Toynbee çıkıyor. Üzgün. Milliyetçiliğin, 'çağdaş Batı toplumunun siyasi hayatını zehirleyen, felâket doğurucu bir baştan çıkarma aracı olduğunu söylüyor. Bir yeni çalışmasından bahsediyor: Medeniyet Yargılanıyor. Ondan bir pasaj okuyor: "Gözlerim, yeniden millî zaferler silsilesine uzandı. Alman zaferler silsilesi, İngiliz zaferler silsilesi, Fransız zaferler silsilesi. Bütün bu milli zaferler en sonunda ne ile sonuçlandı? Hiç. Hepsi boşu boşuna." Ve ekliyor Toynbee: "Fakat İslâm, zor bir manevî görevi yerine getirmek üzere, hâlâ yaşamakta... Ona göre, dünyayı bu felâketlerden kurtarmanın yolu, İslâm'ın her mahlûku kardeş sayan iman çağrısında.
Sayfa 27 - Nesil YayınlarıKitabı okudu
Milliyetçiliğe Toynbee bakışı:
Yürüyorum. 'Ben'lik medeniyetinin insanlığa sunduğu vahşet tabloları arasında yürüyorum. Karşıma Arnold Toynbee çıkıyor. Üzgün. Milliyetçiliğin, 'çağdaş Batı toplumunun siyasi hayatını zehirleyen, felâket doğurucu bir baştan çıkarma aracı olduğunu söylüyor. Bir yeni çalışmasından bahsediyor: Medeniyet Yargılanıyor. Ondan bir pasaj okuyor: "Gözlerim, yeniden millî zaferler silsilesine uzandı. Alman zaferler silsilesi, İngiliz zaferler silsilesi, Fransız zaferler silsilesi. Bütün bu milli zaferler en sonunda ne ile sonuçlandı? Hiç. Hepsi boşu boşuna." Ve ekliyor Toynbee: "Fakat İslâm, zor bir manevî görevi yerine getirmek üzere, hâlâ yaşamakta... Ona göre, dünyayı bu felâketlerden kurtarmanın yolu, İslâm'ın her mahlûku kardeş sayan iman çağrısında.
Sayfa 27 - Nesil YayınlarıKitabı okudu
Yazık. Kendi milletini sevmek için, başkasından nefrete ve de vahşete muhtaç olanlara yazıklar olsun.
Sayfa 24 - Nesil YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Beşerin gönlü tutturduğu istikametle şekil alır, itikadımca. Yani ki, bunun tersi vuku bulmaz. Önce kendinize bir istikamet belleyip oradan kendinize bir gönül temin edemezsiniz. Gönlümüz doğar doğmaz yönelme ihtiyacımız da doğar. Müslümanlık tercihimizin altında dünya hali yatıyordur. Allah bize dünya halinin arızi bir şey, giderek arızalı bir şey olduğunu öğrettiğinde imán kalbimize yerleştirilmiştir. Kıblemizin değerini ancak ve ancak bir mü'min olarak fark edebiliriz. Dünya halinden, imâna, ondan da istikametin güzelliğine geçeriz. Güzellik gönüldedir. Gönüldür tek hamleyle hem kavrayışı, hem inanışı, hem de davranışı ihata eden. İhsana erenler gönüllülerdir.
Eğilip bükülmek köksüzlerin işidir. Köklere sahip idiysek, bu bizim dik durmamıza yarardı. Bizim kökümüzün ne olduğu, nerede olduğu Levh-i Mahfuz'da yazılıydı. Tenezzül edenler bizden değildi, onlar eğilenler, alçalanlardı. Ben bizden biri olarak alçalmadıysam, alçalmamakla yetinmeyip Allah'tan başkasına secde edenlere savaş açtıysam, buna güç yetirebildim alçakgönüllülüğü alçakların harcı saymam sebebiyle.
Tarih boyunca Kur'ân bilgisine yakın duran her kim olduysa cehaletten, cahiliye devrinde yaşamaktan kurtuldu. Müslümanlık bilgi bölgesinde neler bulunduğunu hatırlattı. İnsanın "halife" olarak yaratılması sebebiyle Müslüman zaten halef-selef bağı kurmaksızın beşere has keyfiyete eremeyeceğini bilmekteydi.
Benzersiz bir kimlik yoktur veya nev'i şahsına mahsus hüviyet olamaz. Niçin olamaz? Çünkü kimlikler bir işe yararsa sahiplerinin nerede benzerlerinden ayrıldıklarını işaret etmeye yarar da ondan.
1.485 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.