Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İpek

İpek
@Fipekce
Kelimelerle oynamayı seven, bulduğu her fırsatta okuyan, düşleyen, düşünen, dönüşen, nevi şahsına münhasır evli, iki çocuk annesi bir kitap kurdu. Gri dünyasının gökkuşağıyım.
Önemli olmayan şeyler acil hale gelmeden önce önemli olan şeylere odaklanmamız gerekir. Eisenhower
Reklam
Gün içinde aldığımız irili ufaklı sayısız karar var. Bugün ne giysem'den akşama ne pişirsem'e, çocuğu hangi okula göndersem'den beş yıl sonra nerede yaşasam'a kadar sayısız şeyi düşünmek zorundayız. "Karar yorgunluğu" diye bir kavram duymuş muydunuz? Tüm bunları düşünmek beynin sınırlı irade rezervini tükettiği için zihinsel yorgunluk yaratıyor. Karar yorgunluğu dediğimiz durum stres, odaklanma sorunları, düşük verimlilik gibi sonuçlar doğurabiliyor.
Zaman insanın fiziksel yüzünü nasıl değiştirirse, alışkanlıklar da yavaş yavaş yaşamın yüzünü değiştirir, ama insan bunu bilmez. Virginia Woolf

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Kahramanca sebat ve aptalca inat arasında fark vardır. Adam Grant
Dolu dolu bir yaşamın sırrı , başkalarıyla sanki yarın orada olmayacaklarmış gibi, sanki yarın siz orada olmayacakmışsınız gibi yaşamak ve ilişki kurmaktır. Bu erteleme günahını, başarısız iletişimleri, başarısız birliktelikleri ortadan kaldırır. Bu düşünce beni, dikkatsizce gözden kaçırılabilecek bir derinlik tohumu içerebilecek tüm karşılaşmalara, toplantılara, tanışmalara giderek daha fazla özen göstermeye itti.
Reklam
Günümüz insanı
Korunaklı, hassas bir dünyada yaşarsınız ve yaşadığınıza inanırsınız. Sonra (Lady Chatterley gibi) bir kitap okursunuz, bir seyahate çıkarsınız ya da biriyle konuşursunuz ve yaşamadığınızı, kış uykusuna yattığınızı keşfedersiniz. Kış uykusuna yatmanın belirtileri kolayca tespit edilebilir. Birincisi, huzursuzluk. İkinci belirti (kış uykusu tehlikeli hale geldiğinde ve ölüme dönüşebileceğinde): zevk yokluğu. Hepsi bu kadar. Zararsız bir hastalİk gibi görünür.Monotonluk, can sıkıntısı, ölüm. Milyonlarca insan farkında olmadan böyle yaşıyor (ya da böyle ölüyor), Ofislerde çalışıyorlar. Araba kullanıyorlar. Aileleriyle piknik yapıyorlar. Çocuk yetiştiriyorlar ve sonra bir şok tedavisi gerçekleşiyor bir kisi, bir kitap, bir şarkı ve bu onları uyandırıyor ve ölümden kurtarıyor.. Bazıları hiç uyanmaz. Onlar karda uyuyan ve bir daha uyanamayan insanlar gibidir.
"Kötü haber şu ki, zaman uçup gidiyor. İyi haber şu ki, pilot sensin." diyor Michael Altshuler. Hiç düşündünüz mü, pilot koltuğunda oturan siz zamanı nasıl yönetiyorsunuz? Hayatınızı nasıl yaşıyorsunuz ve nasıl yaşamak isterdiniz?
Mesele, yaşamak için kısa bir zamanımızın olması değil, bunun çoğunu boşa harcamamızdır. Yaşam yeterince uzundur ve eğer iyi değerlendilirse, en yüksek başarılar elde etmemiz için bize yeterince cömert bir miktar verilmiştir. Ancak gaflet ve lūks içinde israf edildiğinde, hiçbir iyi faaliyet için harcanmadiğinda, sonunda ölümün nihai kısıtlamasıyla, (yaşamın) geçip gittiğini fark etmek zorunda kalırız. Işte böyle. Bize kısa bir hayat verilmedi ama biz onu kısalttık; biz onu israf ettik. Nasıl kullanacağınızı bilirseniz hayat uzundur.
Bir yerde bir terslik var duygusuyla gezinirken, hayatı daha tatmin edici bir uğraşla geçirme hayali akıldan çıkmazken, günahsız Pazartesi en nefret edilen gün olmaya devam ederken, sevdiklerimize ayırdığımız zamanın adı nadirligi nedeniyle "kaliteli" olmuşken, işyerine her gün ayakları geri geri koşturanlar çoğunluktayken durup bir düşünmek gerekmez mi?
Maalesef
"Yeterince" kazanmanın yetmediği, tüketenlerin tükettikçe yeni şeylere sahip olma hevesiyle dolup taştığı, komşunun tavuğunun komşuya kaz göründüğü, bir tarafta yoksullukla boğuşanlar varken fenomenlerin ışıltılı hayatlarını görgüsüzce sergilediği, başkalarından aşağı kalmamak için idrar yarışının tam gaz devam ettiği, sonuç olarak gittikçe daha çok çalışılan, kişinin kendini de, dünyanın kaynaklarını da daha fazla tükettiği, meşgul olmanın bir statű simgesi haline geldiği bir dünya bu.
Reklam
Zaman, inatçı bir çocuk gibidir , onu kontrol etmek için ne kadar çabalarsanız, kontrolünüzden o kadar uzaklaşır," diyor yazar Oliver Burkeman. Zaman kazanmamız için geliştirilen tũm teknolojiler -bulaşık makineleri, mikrodalga fırınlar, robotlar, bilgisayarlar- sayesinde yoğunluğumuz azalmış görünműyor. Tersine, hayat hızlanıyor, yoğunluk artıyor ve giderek daha sabırsız hale geliyoruz. Eskiden günlerce mektup beklerdik, simdi yavaş yüklenen bir web sayfası için beş saniye beklemek dayanılmaz geliyor.
"Yaşam bir hediye, yaşam bir mutluluk, keşke gençlik bunu bilseydi. Şimdi hayatımı değiştiriyorum, yepyeni bir biçime dönüştürüyorum. Kardeşim, sana söz veriyorum umudumu yitirmeyeceğim, ruhumun ve kalbimin saflığını koruyacağım, daha iyi bir şekilde yeniden doğacağım, bütün ümidim, bütün tesellim bu." Dostoyevski
"Bilmiyorum" diyebilmek de muazzam bir özgüven ve eleştirel düşünebilme kabiliyeti göstergesi. Gözlemlediğim kadarıyla Türkiye'de bu cümleyi kullanmak epey riskli ve nadir. Bilimsel süpheciliğe zayıflık, otoriter kesinliğe güçlülük olarak bakan bir toplumuz. Dolayısıyla "bilmiyorum" demek kisiyi zayıf gösterdiğinden bilmese de biliyormuş gibi yapmak daha yaygın. Oysa gerçek özgüven, neyi bilmediğini bilmektir. Had sınır demektir. Özgüven haddini, yani sınırlılıklarını bilmektir. Kişinin güçlü ve zayıf yanlarını bilmesidir. İşini layıkıyla yapan, konusunu iyi bilen insanlar neyi bilmediklerini de rahatça söylerler, çünkü zaten uzman oldukları konularda kendilerine güvenleri tamdır, içleri güçlüdür. Bilmediklerini itiraf edebilecek kadar güçlü insanlara güçsüz gözüyle bakanlar, muhtemelen kendi içi güçsüz olan insanlardır.
Bertrand Russel'in ifadesiyle " Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır. "
Bildiğini bilmek iyidir, bilmediğini bilmek bilgeliktir.
930 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.