Eren Bey'in gözyaşlarını görüyorum ilk kez. Babasını yeni toprağa vermiş bir çocuk gibi, babasını yeni toprağa vermiş bir büyük gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyor.
Hepimiz, yasımızı kendimizce tutar, o süreci anlam dünyamızda yaşarız. Kimimiz yasını olduğu gibi yaşar, kederlenir, öfkelenir, anlatır, ağlar paylaşır. Kimimizse kendi içinde yaşar yasını. Paylaşmaz, paylaşamaz belki, ama onun yokluğunun farkındadır. Yokluğun getirdiği ağrıyı, ağırlığı tüm hücrelerinde hisseder. Kimimiz kitap yazar, kimimiz onun adına çiçek büyütür, kimimiz ismini çocuklarına verir. Kimimizse o süreci ve o sürecin getirdiği duyguları yok sayarak, içinde soğuk ve gri bir zırh oluşturur, hayatına öyle devam etmeye çalışır. Zamanla o zırhı neden oluşturduğunu unutur. Zamanla o zırhı nasıl, neye karşı oluşturduğunu da unutur. Zamanla o zırhın varlığını bile unutur.
Hepimiz sevdiğimiz, güven duyduğumuz, duygusal bağımız olan birini kaybettiğimizde zorlanırız. Büyük bir acının ortasında buluruz kendimizi. Renkler canlılığını yitirir, günler anlamsızlaşır, Hayat durur bir zaman. Daha öncesinde olmayan, hissetmediğimiz bir boşlukla kalakalırız. Zorluklarına rağmen yas, kaybın ve ölümün ardından yaşanan doğal bir süreçtir. Kaybımıza inanamamak ve bu kaybı kabullenmek arasında geçen bir süreç. Uyum ve alışma sürecidir aslında.
Panik atak aniden ortaya çıkan çok şiddetli kaygı nöbetleridir. Bir tetikleyici ile başlar genellikle. Bu tetikleyici bir ses, bir olay, bir düşünce olabileceği gibi; çarpıntı, nefes darlığı, uyuşma hissi gibi beden duyumları da olabilir. Ne olduğunu, neden olduğunu anlayamadığı için, bu deneyimi yaşayan kişi bedenine odaklanır. Bedene odaklandığında ise yaşanan beden duyumları daha şiddetli algılanmaya başlar, kaygı ve korku artar. Kaygı ve korkuya, beden tepkileri de eşlik eder. Sonuç panik ataktır. Belirtiler bir süre devam eder. Sonrasında yavaş yavaş azalır.