Ve insanlar ne yağmurun, ne ateşin ne de rüzgarın işlenmiş bir suçun izlerini silemeyeceğine inanmışlar. Çünkü adalet, saf ve masum birinin kafasına inmeden önce durmasını da bilen güçlü bir elin tuttuğu koca bir balyoz gibi asılı dururdu dünyanın üstünde. Köylülerin dediği gibi güneş bir toz zerreciğini bile görülür kılardı.
Ama gözlerimin kopardığı yaygarayı görüp anlamış mıydı? Ve onun gözleri de aynı biçimde bana mı seslenmişti? O ifade; o dans eden ani ışık, sözcüklerin anlatmaya yeteceğinden daha da çoğunu ima eden o şey başka ne olabilirdi?
İnsan ruhlarının böylesine nedensiz yere mahvedilmesine izin veren yaşamın görkemi neredeydi? Ucuz ve aşağılık bir şeydi sonuçta bu yaşam ve ne kadar çabuk sona ererse O kadar iyiydi. Tümüyle sona ersindi!
Ve yaşama kafa yormayı bıraktığı için de çok daha mutludur. Hakkında düşünemeyecek kadar yaşamakla meşgul. Benim hatam ise bir kere kitapların kapağını açmış olmak.
Unutma Nuh’um, aşk, insanın şahsiyetini pekiştirir. Çünkü hayatın manası, aşk bohçasında gelen bir hediyedir. Mevcudiyetinin hakkını vermek, hiç değilse mazeretini bulmak isteyen insan yalnızca aşka müracaat edebilir...
Hepimiz sosyal nezaketin kurbanı değil miydik? Felaketleri zarafetle karşılamaya kendimizi zorunlu hissetmiyor muyduk? Utanmaktansa mahvolmayı, yok olmayı bile tercih etmiyor muyduk?
Ancak hayat dediğin nedir ki? Anlaşılmaz bir sır. Kurduğumuz düzen hep öyle sürüp gidecek sanırız. Birden ip kopar, ışık söner, her şey darmadağın olur.