Zaman geçerken madde kendisine tayin edilmiş güzergâhlarda kaotik burgaçlarla ve zarif desenlerle döne döne, kıvrıla kıvrıla akıyor. O maddenin bir kısmı, geçici bir süre benliğimizin ellerinden tutup ona yapıştığında bu evrendeki geçici varlığımız başlıyor ve ona "ben" diyoruz, onu "ben" zannediyoruz. Halbuki akıp giden, sürekli hiçten gelip hiçe boşalan bir akıntının desenlerinden ibaretiz. Devamlı dönüşmek, değişmek, gelişmek, başkalaşmak ve devinmek, kaderin ta kendisi...
Böyle bir âlemde sabit fikir bir patolojidir, durağanlık ise en büyük yanılsama...
Kısacası, maddeden ziyade, bir okyanusun dalgaları gibiyiz. Değişen, dönüşen, kabaran ve zamanı geldiğinde sessizce sönüp aslına
dönen; ardından gelecek yeni dalgalara güç veren...
Bu karmakarışık dalgalı denizde her birimizin nice düşünceleri, duyguları, emelleri, planları, aşkları, pişmanlıkları, hayal kırıklıkları, keşkeleri var...
Neticede, yaşam bir çember ve onun içinde sonsuz ihtimaller...
Her an, şu an, yeniden ve yeni baştan yaratılan...