Özgür düşünce ve yaratıcılık için ihtiyaç duyduğunuz zihinsel alanı ancak hayatın esas gerekliliklerini kolaylaştırarak yaratabilirsiniz. Şimdiki zamanda alışkanlık inşa etmek gelecekte istediklerinizi daha fazla yapmanıza olanak sağlar.
Sonuçtan ziyade sürece âşık olduğunuzda kendinize mutlu olma izni vermek için beklemeniz gerekmez. Sisteminizin işlediği her an tatminkâr hissedebilirsiniz. Ve bir sistem sadece zihninizde ilk canlandırdığınız haliyle değil, pek çok farklı şekilde başarılı olabilir.
Sorunları sonuç düzeyinde çözdüğünüz zaman sadece geçici olarak çözersiniz. Temelli bir iyileşme için sorunları sistem düzeyinde çözmelisiniz. Girdileri düzeltirseniz çıktılar kendi kendilerini düzeltir.
Hedefler bir yön belirlemek açısından iyidir ama ilerleme kaydetmede sistemler en iyisidir. Hedeflerinizi düşünmeye çok fazla zaman ayırıp sistemlerinizi tasarlamaya yeterince zaman ayırmadığınızda bir avuç problem doğar.
“Hiçbir şey işe yaramıyormuş gibi göründüğünde, gidip önündeki kayayı parçalamaya çalışan bir taş kırma makinesine bakarım. Belki de bir çatlak bile oluşmadan yüz kez darbe indirmek zorundadır. Ancak yüz birinci darbede taş ortadan ikiye ayrılır ve ben bunu başaranın son darbe değil, öncesinde inen darbelerin hepsi olduğunu bilirim.” ( Jacob Riis)
“İstibdâdın her nevine karşıyım. Onu nerede görürsem tokadımı vururum. Bence istibdâdın en kötüsü ilme yapılan istibdattır. Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam. İman ne kadar gelişirse hürriyet de o kadar parlar. İşte asr-ı saadet!”
Ama bizde not sistemi geri bildirimden ziyade başarıya giden tek yol olarak dizayn edilmiş. İşte tam da bu yüzden bir bilgiyi öğrenmek kimsenin umrunda değil Mavi. Herkes yüksek not almanın derdinde. İster ezberleyerek ister kopya çekerek. İşte seni içine soktukları bu durum, ne yazık ki eğitimin kanseridir.
Öğrenmeye meraklı müthiş organik beyinlerle doğmamıza rağmen, var olan eğitim sistemi bilgi ezberlemek üzerine inşa ettiği saçma bir yaklaşımla beyinlerimizi âdeta yapay beyinlere dönüştürüyor. Bu gerçek bizi çok ciddi bir soruyla baş başa bırakıyor. Bu durumda hangimizin zekâsı yapay? Tümüyle belirli bilgi kalıplarını ezberlemek zorunda kalan organik beyinlerimiz mi, yoksa tıpkı beyin gibi öğrenmeye başlamış olan makineler mi ?
Ne garip değil mi, “düşünüyorum, öyleyse varım” aydınlanmasını yaşayıp 400 yıl sonra “inanıyorum, öyleyse doğruyum” karanlığına şahit olmak gerçekten inanılmaz.
*Doğru ve gerçeğin anlamını yitirdiği dönem demektir.