Göçmüşler, kadim bir sözü fısıldar. Denilir ki mana bu söze saklanmış. Söz yaratılmasa mana olmazmış. Söylendiği vakit manaya can verir, mana olmayınca alem ölürmüş. Bu sebepledir ki söz, söylemeyecek olana emanet edilirmiş. Ola ki söyleyip de alemi öldürmesin.
Alem yoktan var edildi. Öyle bir boşluğa mahlukat doldurulmadı, mekan da zaman da yoktu. " Var" olmadığından yokluk bile yoktu. Bir zerre olarak yaratıldı. İçine tüm alemi sığdıran, yaşanmış ve yaşanacak tüm zamanların bir olduğu bir zerre.
Tek bir şey dışında hiçbir şey istememiştim, hiçbir şey: aşkın korumasına sığınmak… Kendimi yeniden bulmak, yitirdiğim benliğimi yeniden kazanmak. Küçük görülmeyen, aşağılanmayan, tersine saygın ve üstün tutulan, duyarak yaşayan bir insan olmak...
Diğer bir değişle, erkeklere bedenime sahip olabileceklerini, ölü bir bedene sahip olabileceklerini, ama tepki göstermemi, heyecanlanmamı ,haz ya da acı duymamı beklememelerini söylerdim.
Bedenimi erkeklere satmanın acısı çok daha azdı. O acı gerçek değil, düşseldi. Bir fahişe olarak kendim değildim. İçimde hiçbir duygu uyanmıyordu. Duygularım gerçekten içten değildi. O zamanlar hiçbirşey beni incitemez, şimdi çektiğim acıyı yaşatamazdı bana. Kendimi asla şimdi hissettiğim gibi alçalmış hissetmemiştim.
Belki de bir fahişe olarak o kadar aşağılanmıştım ki, hiçbirşeyin önemi kalmamıştı.