" Döndüm daldan kopan kuru yaprağa
Seher yeli, dağıt beni, kır beni
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yârin çıplak ayağına sür beni...
Aldım sazı çıktım gurbet görmeye
Dönüp yâre geldim yüzüm sürmeye
Ne lüzum var şuna, buna sormaya
Senden ayrı ne hâl oldum, gör beni.
Ayın şavkı vurur sazım üstüne
Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne
Gel ey hilâl kaşlım, dizim üstüne
Ay bir yandan, sen bir yandan sar beni.
Sekiz yıldır uğramadım yurduma,
Dert ortağı aramadım derdime,
Geleceksen bir gün düşüp ardıma,
Kula değil, yüreğine sor beni.
"Babalarımız dedelerimizden, biz de babalarımızdan ne gördüysek onu yapıyor, tıpkı onlar gibi yaşıyorduk. Bundan memnunduk. Zaten yeryüzünde başka bir şeyin de olabileceğini bilmiyorduk ki memnun olmayalım."
"Doğru değil mi ama? Şu dünyayı adamakıllı görmeden, dünyanın ne olduğunu adamakıllı anlamadan buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki? Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz?"
"Zamanın bizden bir daha geri getirmemek üzere alıp götürdüğü bir şeyler olduğunu, böylece tükendiğimizi anlamak için bir çocuğun bir gün, bir yaş daha büyüdüğünü görmek yetiyor."