Sorel

Sorel bir yorumu yanıtladı.
Uygarlığı övmek istediğimizde koca binalar ya da uygarlığa ilişkin olan zenginliği överiz. Uygarlığın bizi hasta ettiğini unuturuz. Hatta unuttuğumuzu bile unuturuz. Uygarlık kapitalizmle beraber gerçek yüzünü gösterir. Onun gerçek yüzü, savaşlar ve hastalıklardır. Aklın araçsallaştırılıp bir pazar ilişkisine dönüşmesidir. Herkes şikayetçi çünkü herkes hastalanmış. Hastalığının nedenini bile bulmaktan aciz bir uygarlık, tam da kapitalizme yaraşır bir sonucu ortaya koyar. Tüm ilişkiler salt değersiz ilkesizlikler üzerinden şekillenmiştir. Değer yitimi kendisini değer olarak sunar. Birçok insan ilkelerden bahseder,ilkesizliklerine kılıf bulmak için. Tarkovsky’nin Nostalji filminin final sahnesinde delinin Marcus Aurelius’un heykeli üzerine çıkıp aklı uyarması salt bir rastlantı değildi, uygarlığın krizinin sesiydi o ses. Hastalığımızın nedenleri “toksik ilişkiler” gibi basit banal nedenler değil. Başkalarını suçlamak her daim işin kolayına kaçmak olmuştur. Hiçkimse de toksik denilen şeyin hepimizin ortak mirasının sonucu olduğunu bir deli gibi açık yüreklilikle ortaya koymuyor. Herkes şikayet edince ortada şikayet edilecek hiçbir şey kalmıyor. Günah çıkarma seansının ismi de “toksik ilişki” oldu.
Eren okurunun profil resmi
Niçin “uygarlık kapitalizmle beraber ‘gerçek’ yüzünü gösterir” ve “onun ‘gerçek yüzü’ savaşlar ve hastalıklar” olsun? Uygarlığımızın tarihsel olarak kapitalizm ile birlikte ilerlemesi onun ne gerçek ne de zorunlu yüzü. Bunu bir özdeşlik ve zorunluluk olarak ele almak bizi primitif bir gerici retoriğe hapseder. Uygarlık tıpkı diğer her şey gibi başka şeyler olma ve onlara dönüşme potansiyelini taşır. Bu potansiyel bugün kapitalizm olarak açığa çıkmıştır ama belki yarın bambaşka bir form kazanır. Bugün savaş ve hastalık yaratmaktadır, ama belki yarın barışın yüzyılı olacaktır. Uygarlığın birtakım arazlarla bu biçim bir özdeşleştirilmesi insanları antinatalist ve/veya nihilist yapar. O zaman da artık hiçbir mecrada konuşmanın yazmanın da bir anlamı kalmaz. Uygarlık değişir dönüşür. Onu biz kendi ellerimizle dönüştürürüz.
Sorel okurunun profil resmi
Uygar insan, pre-kapitalist dönem öncesine dayanır. Kapitalizm ile de gerçek yüzünü gösterir. Eğer uygarlığın gelişimi sınıflararası farkın da göstergesi ise( Kentlerin oluşumu, aletlerin keşfi, yazının bulunuşu ve daha birçok insan keşfi) aynı zamanda kapitalizmle birlikte insanın da ortaya konuluşudur. Sorun salt sınıflararası farktan mı ibaret? Egemen sınıfın bütün tahakküm aygıtları yatay düzlemle belirlenmez, salt egemen tahakküme de bağlanamaz. İnsanın kendisini de bir sorun olarak ortaya koymak gerekir. İnsanın bir özünün olup olmaması sorunu bir yana, insanın varoluşunun özünün arzuya dayanması ve bu arzunun salt eşitlik temeline ya da akıl ile arzunun ölçüsüne dayanmadığını görmek gerekir. Onun vahşi yönü de bitimsiz arzusu da akıl ile olan ölçüsünün eşit bir düzeyde olmamasından ileri gelir. Spinoza’nın deyişiyle, insanı şeytan kandırdı-diyelim- peki şeytanı kim kandırdı? Platon’dan itibaren gördüğümüz şey de budur. İnsan arzusunu ıskalayan, onu küçümseyen bir bakış açısı salt sınıflararası farkla eşitsizliği, hastalığı, savaşı açıklayamaz. Yanılıyor olabilirim ne var ki marxizm de bunu ıskalamıştır. Örneğin insanın gayesinin - tarihsel çizgi ile baktığımızda- özgürlük olduğu sorunu.. İnsan kendinde özgürlüğün telosunu taşımaz. İnsan özgür olmak istiyorsa, tahakküm altında olduğundan dolayıdır. Yine de kolektif bir özgürlük istemi, bireysel arzu çatışmalarını aşamadı. Tarih de bunun göstergesi.
Reklam
Sorel bir yorumu yanıtladı.
Arzu, insanın özüdür.
Sorel okurunun profil resmi
Var oluşun özü; onu o yapan şeyin kendisi cupiditastır. Onun potentiasını da gösteren ve ortaya koyan arzudur. Conatusun bilinçli çabası kısacası. Conatusun kendisi ise Aristotelesçi bir telos(gaye) ile hareket etmez. Soru şu: conatusun(varlık çabasının/varoluşta kalma isteğinin) özünü oluşturan şey, bu conatusçu çaba ise, nasıl olur da bir amaca göre hareket etmez? Çabada bulunmak ve amaç/hedefe varmak nasıl bağdaşmaz? Conatus, varlıktaki oluşta kalma, yaşamını sürdürme çabasındadır ve bu çaba bir teleso bağlı olmadan, “sürdürme, kalma ve direnç” gösterme çabası taşır. Arzu, bir amaca göre hareket etmez, insanın özünü kuran bu arzunun amacı yoktur, hedefi yoktur. Oluşta, var oluşta kalmak için sürdürür yaşamı. İşte Spinoza’nın muazzam damarlarından biri :)
1 previous answer
Sorel okurunun profil resmi
Rica ederim pişo 😃
Sorel bir yorumu yanıtladı.
Le Feu Follet Filmi/İntihar ve Alkolizm
“İntihar ölümcül bir hastalıktır ve insan hasta olduğundan emin olamaz ki tedavi olabilsin. Mucizevi bir ilacı yoktur. Drieu’ye gelince, psikanaliz onun için romancının araç gereçlerinden biri olagelmiştir.” JACQUES LACAN Le Feu Follet, Pierre Drieu La Rochelle’in intihar eden arkadaşından sonra kaleme aldığı bir eserdir. Türkçe’ ye “Hayalet
Betül okurunun profil resmi
Film üzerine yazılmış en güzel yazı olmuş👏🏻👏🏻
Sorel okurunun profil resmi
Estafurullah , teşekkür ederim 🙏 güzel düşüncelerin için pışo
1 next answer

Reader Follow Recommendations

See All
Sorel yorumladı.
Defne Ormanı
Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri için felsefe yapıyorlardı, çünkü Ekmeklerini köleler veriyordu onlara; Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini Köle sahipleri veriyordu onlara. Ve yıkıldı gitti Likya. Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri İçin ekmek yapıyorlardı, çünkü Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara; Felsefe sahipleri köle kaygusu çekmedikleri İçin ekmek yapmıyorlardı, çünkü kölelerini Felsefe veriyordu onlara. Ve yıkıldı gitti Likya. Felsefenin ekmeği yoktu, ekmeğin Felsefesi. Ve sahipsiz felsefenin Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi. Ekmeğin sahipsiz felsefesini Felsefenin sahipsiz ekmeği. Ve yıkıldı gitti Likya. Hala yeşil bir defne ormanı altında.
Melih Cevdet Anday
Melih Cevdet Anday
Sorel okurunun profil resmi
👏👏👏
Sorel yorumladı.
"Duyguları aşktandı çok aşktan. "
Sorel okurunun profil resmi
Yaralarım aşktandır, aşktan( Furuğ Ferruhzad)
Reklam
Bugünkü modern kapitalist toplumun bütün zenginliği, ilkel sermaye ile birikim sermayesinin hem köle ve sömürge emeği üzerinden hem de işçilerin- kapsamlı bir kavram olmakla birlikte- artı emeğinden elde edilen gelire dayanır. Üst sınıflara tırmanma çabası, zengin olmak için türlü yollara başvuran, maaş alan beyaz yakalılar vb gibi tüm hiyerarşik sınıf klikleri, ilksel sermayenin köle emeğiyle gelişip bugüne kadar gelmiştir. Özcesi, tüm uygarlık köle emeğinin ekmeğini sömürerek bugüne kadar gelmiştir. Zengin olmayı “ahlaki” bir zemine dayandırmak, tastamam tarihten bihaber olmaktır. İngiltere’de ortaya çıkıp gelişen burjuva-buharlı makine çağının zenginliği ilkel birikim sermayesine dayanmakla birlikte, çocuk ve kadın işçilerin 16 saat çalıştırılıp köle gibi pazarlanmasıyla büyümüştür. Büyük bir servetin arkasında daima büyük bir hırsızlık yatar, demişti Balzac. Uygarlık, hırsızlık, sömürü ve katliam çağıdır öte taraftan. Gelişim denilen şey, mezarlarda yatan ezilmiş sınıf ve toplulukların, kölelerin emeği üzerinde gelişmiştir. Nietzsche, Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe adlı metninde, Antik Yunan toplumunun zenginliğini- Apolloncu zenginliğini- köle emeğine dayandırır. Ne var ki o da bir sınıfın çıkarını gözeterek köleliği zorunlu bir uğrak olarak görür. Çünkü karşılığında sanat ve zengin bir kültür oluşturmuştur. Nietzsche de yalnızca bir filozof değildi, yukarıda ifade ettiğim sömürüyü gayet meşru ve yüce gayeler için eşsiz bulmuştur.
Sorel okurunun profil resmi
Felsefeciler Nietzsche’nin gerici yönlerini pek anlatmazlar. Saatlerce derste hocamla tartışırken, Nietzsche’nin birçok metninden bizzat pasajları okumama rağmen:” Bütünlüklü bakmak gerekir.” Demişti. Deleuze, Foucault ve daha birçok filozof Nietzsche’nin bu yönünü ele almazlar. Hatta Deleuze, Nietzsche’nin Kadın Düşmanlığı yapmadığını çünkü Ariadne’yi tanrıça olarak görmesine dayandırmıştı :) filozofları bile politik okumaya tabi tutmadan onları okumamalıyız. Örneğin Nietzsche’nin “üst insan” olarak örnek verdikleri- yani buna benzer olarak- Julio Cezar, Napolyon vb gibi devlet adamlarıdır. Foucault yaşamı boyunca iktidar üzerine çalıştı, en çok da onu Nietzsche etkiledi:) talihin böylesi
Sorel bir yorumu yanıtladı.
Kumların Kadını
Hiroshi Teshigahara’nın Kobo Abe’nin eserinden uyarlamış olduğu “Kumların Kadını” filmi, Japon sinemasının - bana kalırsa- en özgün yapıtlarından biridir. Böcek bilimci olan Eijii Okada, kumlarla kaplı olan isimsiz bir mıntıkada üç günlük gezintiye çıkıp bulunması zor bir böcek türünü aramaya koyulur. Bir eserin sıçrayışı, beklenmedik bir olayın
1,115 öğeden 1 ile 5 arasındakiler gösteriliyor.