John Steinbeck'ten okuduğum ikinci eser. Mükemmel bir kalem gücü. Eserde öyle bir hava yaratıyor ki, romanın içindeki gerçekliğe kapılmadan edemiyorsunuz. Kitaplığımda her zaman en baş köşede yerini alacak.
Eserde George ve Lennie çok iyi anlaşan iki yakın dosttur. Lennie, George'a göre biraz daha geri kafalı biridir. George her zaman Lennie'nin arkasını kollar.
Lennie bir kadın tarafından iftiraya uğrar. Çiftlikte çalışan ikili mecburen başka bir çiftlik ararlar.
Lennie'nin aklı kıttır ancak hayvanlara(özellikle tüylü olanlar) ve yumuşak şeylere dokunmayı çok sever. Bazen hayvanları o kadar çok sever ki, severek öldürür onları.
Tüylü ve yumuşak şeyleri sevmesi Lennie'nin büyük zaafıdır. Normal bir insandan kat kat güçlüdür.
Sürekli bir fırtınanın, bir huzursuzluğun ortasında değil miyiz ? Ölümün eli kulağında gölgesi sürekli gözlerimizde değil mi? Zihnimizin iç gölü sürekli rahatsız değil mi? Yaşam kayığımız sürekli olarak batmanın eşiğinde görünmüyor mu?
Bu yaşadığım hayat o kadar benim değil ki her hangi bir saatimde birisi gelip de bana "Haydi kalk, sıran geldi, kendi kendin ol!" diye bağırsa sanki böyle bir şey mümkünmüş gibi inanıp koşacağım.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Bir Yol
Güray Süngü bu eseriyle insanın gerçeklik algısına sert bir yumruk vuruyor.
Beni eserin kurgusuna hapsetti. Christopher Nolan filmi izliyormuş gibi hissettiriyor.
Bir gece önce adını dahi bilmediği bir pansiyona gelen bir adam sabah uyandığında hiçbir şeyi hatırlamaz. Kendi adını, geçmişini, pansiyona neden geldiğini bir türlü hatırlayamaz. Kendini arayışına ise pansiyonda görevli Borges Dayı yardım edecektir.
Postmodern bir anlayışla kaleme alınan eser. Bu zamana kadar okuduğum en ilginç eserlerin başında geliyor.
Eser; sosyolojik, psikolojik, felsefik bir roman.