İnsanın fıtrat olarak kötü olduğu gerçeğini kabullenmesi bir nevi insanoğlunun kendi gerçeğinin sınırlarına varmasıdır. Her insan bu ümitsizliğin pençesinde kıvranmıştır bir dönem.
Bu kitap da tıpkı böyle hissettirdi bana. Hep "hayır bu böyle olamaz" dedikçe, olmaz dediklerim oluverdi. İmkansız dediklerim monotonlaştı zihnimde.
"Karanlıkta iki gölge, umutsuz, ağır alacakaranlıkta birbirine uzanıyor. Elleri birleşiyor ve ışık, yüz altın kupadan dökülen bir güneşmişçesine sel olup yayılıyor..."
"Akhilleus'un ruhu bir yerde beni bekliyor ama erişebileceğim bir yer değil orası. Bizi gömün ve mezar taşlarına ismimizi kazıyın. Bırakın özgür olalım. Külleri benimkine karışıyor hiçbir şey hissetmiyorum..."
"Onu yalnızca dokunarak, yalnızca koklayarak, bile tanırdım; kör olsam bile nefeslerinden, ayaklarının yere vuruşundan tanırdım. Ölmüş olsam bile, dünyanın sonu gelmiş olsa bile tanırdım onu."
"Hem ünlü hem de mutlu ilk kahraman ben olacağım."Elimi tuttu avuçlarımızı birbirine dayadı."Yemin et."
"Niye ben yemin ediyorum?"
"Sebep sensin de ondan. Yemin et"
"Yemin ediyorum," dedim. Yanaklarındaki rengin, gözlerindeki alevin içinde kaybolmuştum... :'-)
"Sümbülde, fesleğende, diken ve güller de,
Aslanın yürek hoplatan kükreyişinde, bülbülün nağmesinde,
Neşe veren goncada, gülün ruhu okşayan kokusunda,
En ufak zerrede de, en ufak canlıda da,
Yalnız sensin, Sen!"