Tecrübe bizi inanmaktan alıkoymaktadır. Fakat inanmak da bakmaktan ve denemekten alıkoymaktadır. Bunun içindir ki inançlar, kuvvetli olmaları dolayısıyla, tecrübeye karşı duracak șekilde gelişmekte ve hiçbir engele rastlamaksızın saçmalığa dek varmaktadır.
Onları cennetten kovdu, suçlarının bedelini çocukları da ödedi (günümüzde de çocuklar anne babalarının suçlarının bedelini ödemeye devam ediyorlar) ve böylece hukuk sistemi kurulmuş oldu: Yasalar var, bu yasalara (ne kadar mantıksız ya da saçma olursa olsun) uyulmaz ise yargılama var (deneyimli olan kazanır, saşkın olan kaybeder), en sonunda da ceza.
Zedka bir an ona her şeyi anlatabileceğini düşündü, ama sonra vazgeçti; insanlar hiçbir zaman kendilerine anlatılanlardan bir şey öğrenmezler, kendi çabalarıyla öğrenirler yalnızca.
Veronika, tanıdığı bir sürü insan başkalarının başına gelen korkunç olaylardan sanki gerçekten üzgünmüş ve yardım etmek istiyormuş gibi söz ederlerdi, ama işin gerçeği, başkaları nın acılarından zevk aldıklarıydı; çünkü böylece kendilerinin mutlu ve şanslı olduklarına inanabiliyorlardı. O tür insanlardan nefret ederdi...
Alyoşa Tanrı'nın da ölümsüzlüğün de bulunmadığı sonucuna varsaydı, tanrısız ve sosyalist olurdu. Çünkü sosyalizm yalnızca işçi sorunu değil, her şeyden önce tanrısızlık sorunudur, tanrısızlığın cisimlendirilmesi sorunudur. Tanrısız bir durumda, yeryüzünden göklere ulaşmak değil, gökleri yeryüzüne indirmek için kurulmuş Babil Kulesi sorunudur.
Hapishanelerin içinde düş sınırsızdır, gerçek hiçbir şeyi dizginlemez. Zincire vurulmuş us, esin alanında kazandığını açık görüşlülük alanında yitirir.
Lucretius için dindarlık, "her şeye hiçbir şeyin bulandırmadığı bir düşünceyle bakabilmek"tir kuşkusuz. Ama bu düşünce insana yapılan haksızlık karşısında titrer gene de.
Susmak, hiçbir şeyi yargılamıyor, hiçbir şey istemiyor sanılmasına yol açmak, kimi durumlarda da gerçekten hiçbir şey istememektir. Umutsuzluksa, tıpkı saçmalık gibi, genel olarak her şeyi yargılar ve ister, özel olarak hiçbir şeyi.
Yaşam ve... ölüm! İşte o kadar! Yaşıyordum... bir yaşamım vardı, ama şimdi usulca elimden kayıyor ve ben onu tutamıyorum. Evet. Ne diye kendimi aldatayım?
... buralar öyle yerlerdir ki, böylesi koltuklara ulaşabilen insanların ellerinden doğru dürüst bir iş gelmeyeceği açıkça görülmesine karşın uzun hizmet geçmişleri ve sahip oldukları unvanlar düşünülerek bunların işlerine son verilmez, böylece hem gerçekte olmayan, yalnızca onlar için icat edilmiş hayali makamlara sahip olurlar, hem de onlara elden ayaktan düşecekleri yaşlılık günlerine dek yetecek altıyla on bin ruble arası, hiç de hayali olmayan bir maaşa konarlar.
Beni susturan şey nefretimdi. En basit içtimaî dâvaları anlamayacak kadar yabancı tesirler altında şahsiyetlerini kaybeden bu insanlarla münakaşaya mecbur olmanın küçüklüğünden muzdariptim.