Hasan Ali Toptaş'tan yine kendini has üslubuyla edebi, büyüleyici ve efsanevi detaylar içeren bir kitap.. HAT edebiyatını çok seven ve tüm kitaplarını okumuş birisi olarak; onun ne yazdığından çok, hep nasıl yazdığıyla daha yakından ilgiliyim. Yani kitapta bir rüzgar esse, çatılarda dolansa, uğuldayıp camlarda parçalansa, bunu öyle güzel öyle masalsı anlatır ki, ben içimde sesleri duyar, yüzümde esintiyi hisseder, garip bir hüzünle sarsılırım...
Fakat bu kitabı, gerek konu gerekse işleyiş ve kurgu bakımından da sarsıcı ve dikkat çekici buldum. Bir tarafta çaresiz ve masum insanlar, bir tarafta bu insanların acılarından istifade eden ve onların kanlarıyla beslenen bir yığın gözü dönmüş insan müsveddeleri.. Kitapta yer yer efsanevi ya da büyülü olaylara şahitlik etsek de, ne yazık ki günümüze çok yakın buldum.. Açıkçası Güldiyar'ın hayatını, onun başına gelenleri bir metaforla, sosyal medya ya da dijital platformlarda sık sık karşılaştığımız hatta bir çok insanın özenip rol model aldığı insanların hayatlarına benzettim. Bir vitrine konulmuş ve arkasından bir bıçakla dürtülerek, onu seyredenlerin istekleri doğrultusunda hareket etmeye zorlanan insanlara... Ve vitrinin karşısında, yalnızca gülmeye ve eğlenmeye koşullanmış, empatiden uzak, anlayış ve duygu yoksunu bizler...
Zaman zaman duygusal patikalar da çıkıyordu önümüze, yalnızca yolun nereye çıktığını bilenlerin gitmeye cesaret edeceği türden; ansızın bir yerlerden çıkıveren mavi minibüsler gibi, kopup yerde boylu boyunca yatan bir çamaşır ipi gibi.. Ya da arka fonda bir gidip bir gelen klarnet sesi gibi...