Melek

Sabitlenmiş gönderi
Yumuşak sertten güçlüdür, su kayadan güçlü, sevgi zorbalıktan güçlüdür.
Reklam
Melek

Melek

, started reading a book
Dünya Neden Var?
Dünya Neden Var?Jim Holt
8/10 · 121 reads
478 syf.
9/10 puan verdi
·
Liked
İnsanın Hikayesi
İnsanın HikayesiJames C. Davis
8.5/10 · 593 reads

Reader Follow Recommendations

See All
Ruslar düzenlerinin işlemediğini görüyordu, inançlarını da yitiriyorlardı. “Komünizm ile kapitalizm arasındaki fark nedir?” diye soruyor ve yanıtlıyordu bir Rus fıkrası: “Kapitalizm insanın insan tarafından sömürülmesidir, komünizm ise tersi.”
Diğer türleri yok etmemiz kısmen doğanın dengesini bilmememizden kaynaklanıyordu. Endonezya’nın Borneo Adası’nda yetkililer sıtma mikrobu taşıdıkları için sivrisineklerden kurtulmak istemişti. Bu sinekleri yok etmek için ddt kullanmışlar, ddt aynı zamanda tırtıllarla beslenen yabanarılarını da öldürmüştü. Yöre halkı sivrisineklerden kurtulmuş ama bu kez de evlerinin sazla kaplı damlarını yiyip çökmelerine yol açan tırtılların istilasına uğramıştı. Bu arada yetkililer karasineklere karşı da ilaçlama yapmışlardı. Önceden sakangurlar (bir kertenkele türü) karasineklerle besleniyordu; ilaçlamadan sonra bol miktarda ddt içeren ölü sinekleri yemeye başladılar. Sakangurlar zehirlenip ölünce, kediler onları yemeye başladı, böylece kediler de sineklerden sakangurlara geçtiğinde yoğunlaşmış olan ddt’yi midelerine indirdiler. Kediler öldü, böylece sıçanlara gün doğdu. Bu kemirgenler insanların besin kaynakları için bir tehditti, aynı zamanda veba tehlikesini de artırıyorlardı. Dengeyi yeniden sağlamak için yetkililer adaya uçaktan paraşütle kedi attılar.*
Reklam
Ormanın derinliklerinde, binlerce yıldır orada yaşayan Amerika Yerlileri vardı. Beyazların hastalıkları ormanın içlerine yayılmış, çok sayıda yerlinin ölümüne yol açmıştı, ayrıca altın ve kereste peşindeki yatırımcılar da kalanları katletmişti. (Bazen bir köyün üzerinden uçakla geçiyorlar, bazı “armağanlar” atıyorlar ve yerliler bu armağanları toplarken onları bombardımana tutuyorlardı.)
Farklı kültürlerin yok olması dünyanın neredeyse her yerinde yaşanan bir şeydi. Köylüler radyolarmda kentin seslerini duymaya başladığında, misyonerler Hıristiyan Tanrısı’nın sözünü yaydığında, cep telefonları balta girmemiş ormanlara girdiğinde, televizyon yayınları Dünya Kupası maçlarını Kuzey Kutup Dairesi’ne ulaştırdığında, Batı’nın alışkanlıklarından nefret eden teröristler kot pantolon altına spor ayakkabıları giydiklerinde, milyarlarca insan interneti kullandığında, Fransızlar patates kızartması ve hamburger yediğinde, yerel renkler kayboldu. Kültürler çöktü, yok oldu. Kültürler yok olur ve yok olanların yerini yalnızca bir kültür alırsa dünya daha sıkıcı bir yer olur.
Peru’nun batısındaki bir bölgede yaşayan insanlar en azından 100, belki de 150 farklı dil konuşuyorlardı. Oysa 2000’lerin başına gelindiğinde bu dillerin çoğu yok olmuştu. Örneğin, bir gölün kenarına sıralanmış, damları sazlarla kaplı bir avuç barakadan oluşan Pampa Hermosa’da, bu değişim şöyle yaşandı: Pampa Hermosa halkı Chamicuro adı verilen bir dil konuşuyordu ve dış dünya hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı. Telefonları, radyoları, yolları yoktu. Fakat günün birinde misyonerler geldi, onlara İspanyolca konuşmak ve yazmak zorunda olduklarını söylediler. Ardından, çok uzaklardan İspanyolca konuşmalar ve şarkılar taşıyan pilli radyolarla tanıştılar. Böylece Pampa’nın gençleri yeni bir dil ve yeni âdetler öğrendi. Öyle bir an geldi ki, çok yaşlı bir kadın olan Natalia Sangama artık dünyada Chamicuro dilini bilen son kişiydi. “Chamicuro dilinde rüya görüyorum,” diyordu, “ama rüyalarımı kimseye anlatamıyorum. Bazı şeyler İspanyolca söylenemiyor. Son kişi olmak kimsesiz olmak demek.”
Dünyanın yalıtılmış bölgelerinde yaşayan insanların bir zamanlar kendilerinden başka kimsenin bilmediği dilleri ve kültürleri vardı. (Dilin ve kültürün iç içe geçtiğini unutmamak gerek, çünkü bazen belirli düşünceler yalnızca belirli sözcüklerle anlatılabilir.) Bu yalıtılmış yerlerde yaşayanlar kendilerine özgü yaratılış öykülerine, yiyeceklere, göreneklere, el sanatlarına, destanlara ve şarkılara sahipti. Fakat bunların hepsi yok olmaya mahkûmdu. Yatırımcılar, turistler, misyonerler, vergi görevlileri, radyolar ve asfalt ücra köşelere ulaştı, oralara yeni diller, yeni âdetler götürdü. Genç köylüler yeni şeylere uyum sağladı, çoğunlukla da seve seve. Kısa bir süre sonra yaşlılar dışında kimse eski dili konuşmaz, eski âdetleri bilmez oldu; hatta yitirdikleri şeyler için kimse üzülmüyordu. Yaşlı kuşak göçüp gittiğinde dilleri ve kültürleri de yok olmuştu.
Kısa bir süre sonra toplumsal doku darmadağın oldu. Uluslararası havaalanında haydutlar uçaklara baskın yapıyordu. Seyyar satıcılar sahte ilaçlar satıyor, ilaç ticareti büyüdükçe polisler de suça ortak oluyordu. Zenginler için bile yaşam zordu. Otomobilleri olanlar, kargaşanın hüküm sürdüğü Lagos kentinde bir uçtan bir uca gitmenin üç saat sürmesi nedeniyle, yanlarında lazımlık taşıyorlardı. Nijerya’nın devlet başkanlarından birini öldürmenin çok kolay olduğu, çünkü her sabah aynı saatte, saat sekizde, otomobilinin trafiğe takıldığı söylenir. Ülkelerinin bütün bu sorunlarını yaşayan Nijeryalılar, Kötürüm Dev, Hepimiz Suçluyuz, Bir Umut Daha Tükendi, Nijerya: Harap Olmuş Bir Cumhuriyet, Nijerya’nın Derdi ve Daima Kaybeden - Nijerya Üzerine Bir Roman gibi adları olan kitaplar yazıyorlardı.
Reklam
İktidara gelenler kamu kaynaklarını yağmalıyor, hiçbir zaman yerine getirmedikleri sözleşmeler için para alıyor ve ailelerini, arkadaşlarını kamu işlerine yerleştiriyorlardı. (Kamuda çalışanların sayısı üç katına çıkmıştı.) Gerektiğinde, yaptıkları yolsuzlukları kanıtlayan belgelerin bulunduğu binaları yakıyorlardı. Zenginlerin altın banyo küvetleri satın aldıkları ve Nijerya’yı dünyanın en fazla şampanya ithal eden ülkesi yaptıkları söylenir.
Tarihçiler ÇKP ve köylülerin en azından bir milyon toprak sahibinin ölümüne yol açtığına inanıyor. Mao şöyle demişti: “Devrim bir ziyafet değildir, makale yazmak, resim yapmak veya nakış işlemek de değildir; o kadar zarif, o kadar acelesiz ve yumuşak, o kadar ılımlı, kibar, saygılı, ölçülü ve yüce gönüllü olamaz. Devrim bir başkaldırmadır, bir sınıfın diğerini alt ettiği bir şiddet eylemidir.”
II. Dünya Savaşı yüzlerce milyon insanı sakat bıraktı ve yaşamlarını mahvetti. 60 milyon insanın ölümüne yol açtı. Bunların arasında, aç annelerin ölü doğan çocukları, alev makinelerinin kavurdukları, yanan tanklarda canlı canlı pişenler, kenti saran yangınlarda yananlar, nükleer bombalarla buharlaşanlar, radyasyondan etkilenenler, bombalarla, mayınlarla, patlamamış top mermileriyle havaya uçanlar, yıkılan binaların altında kalanlar, tankların ve kamyonların altında ezilenler, öldüresiye çalıştırılanlar veya dövülenler, kurşuna dizilenler, özel idam kamyonlarında ve imha kamplarında gazla zehirlenenler, misilleme için toplu olarak asılanlar, canlı canlı mağaralara atılanlar, uçağı düşürülenler, batan gemilerde boğulanlar vardı.
Bazıları atom bombalarının kullanımının ırkçı bir eylem olduğunu, ABD’nin bu bombaları asla beyaz ırktan insanlara atmayacağını söylüyor. Aslında Amerika Birleşik Devletleri, bombaları Hitler’in beyaz ırktan Almanları için kullanmayı tasarlamıştı ama bombaların yapımı bitmeden Almanya savaştan çekilmişti. Japonlar Hitler’in yenilgisinin kurbanı olmuşlardı.
İşte bir özveri örneği: Dimitri İvanov, günün birinde dünyanın gereksinim duyabileceği tahıl örneklerinin özenle saklandığı Leningrad tohum bankasında pirinçten sorumluydu. İvanov görev yerinde açlıktan öldüğünde, binlerce torba pirinci tek bir tanesine el sürmeden sakladığı anlaşıldı. Yerfıstığı uzmanı, yulaftan sorumlu kadın ve başka altı görevli daha masalarında can vermişlerdi. Ellerinin altındaki tohumları yemektense açlıktan ölmüşlerdi.
632 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.